Bazılarının ayakları daha bir tanışıktır hastane yollarıyla, kapılarıyla, kokularıyla, uykusuz yataklarıyla. O bazıları gene de alışamazlar. Her hastane yatağı, kapısı aralık, kulakları seste bir hasta-hanesini çağrıştırır bana. Acılarımızın, umutlarımızın dejavusu gibi ... geçmiş yıllarda dualara sardığımız sevdiklerimizin yataklarını gözlediğimiz aralık kapılarda gümm güm kalp sesimizin acılarımızı bastırması gibi, ağlasak faydasız susuşlarımızın içimizi bencil kimliklerden arındırması gibi yansımalar dolar beynime.
Az önce çok basit bir kaç sıkıntı için gittiğim hastane kapısında beklerken aynı bıçak, aynı yerden deşti içimi. Doktor son kalan hastalara baktı. Ben ilaçları yazdırmak için sekreteri beklerken yaşı yetmişi aşmış bir teyze odadan çıkan doktora
- İlaç yazdıracaktım; dedi.
Doktorun aceleci, üzen yoran cevabı
-Akşam nöbetçiydim şimdi çıkıyorum...Yarın gelin oldu..
Doktor ayak seslerini bıraktı ardında kalan yaşlı teyzeye; iki satır reçete yerine.
Sarsıldım üzüldüm.
Acaba bu doktor; o teyzeye yarın verilen randevunun; gitmeyen ayaklara zulmeden kaç basamak merdiven olduğunu, binmesi inmesi güç kaç minibüs, vermesi zor kaç TL yol parası olduğunu hesaplayacak mı bu akşam evinde.
Uykusuzdur, yorgundur, bunalmıştır ama vicdan tartısında acaba karşılar mı bu teyzenin yaşayacağı zulmü doktorun yorgunluğu.. Tartılacaktır elbet...
Daha ben ilaçlarımı yazdıramadan Türkçe bilmeyen 40 lı yaşlarda bir mülteci kadın ve tekerlekli sandalyedeki 20 li yaşlarda oğlu boğazlarından zoraki çıkan cümleye dönüşemeyen kelimelerle doktoru sordu.
Onlara da yarın gelmeleri söylendi. (Başka bir doktorun ellerine tutuşturduğu kağıtlarla kalakaldılar)
Doktorun parmakları boğazımı sıktı sanki nefes alamadım bir süre...
Biliyorum doktorda da değil kabahat ama insan dediğin daha iyi yaşamayı hakediyor bence....
Ve en çok da çocuklarımız için daha iyisini inşaa etmeliyiz.