Mir Kaya’ya hamileyken çocuk gelişimi hakkında çok okur ve yapmam muhtemel yanlışları not alırdım. Hepimiz ailemizden gördüğümüz klasik hataları sorgulamadan, çocuklarımıza uygularken kendimizi bulabiliriz çünkü öyle görmüşüz ve doğrusunun öyle olduğuna inanmışızdır. Evet, hepimiz çocuklarımızı çok seviyoruz. Buna hiç şüphe yok! ‘‘Peki onlara olan sevgimizi yeterince hissettirebiliyor muyuz?’’ esas soru bu. Eğer biz, onlara olan sevgimizi ‘doğru’ şekilde gösterebilirsek, o zaman onlar da ileride kendilerini seven ve onaylayan yetişkinlere dönüşürler. Anne Melis için kendime aldığım notlar şöyle...
Ebeveynlikte çok yapılan yanlışlardan biri; çocukları ‘küçük gördüğümüz’ için onlara saygı duymuyor ‘gibi’ davranmamız. Ne demek istiyorum? Mesela ağlayan annemize, neden ağladığını sorduğumuzda, bizi üzmemek için ‘‘Ağlamıyorum ki, gözüme toz kaçtı.’’ diyebilir. Veya anne babamız kavga ettikten sonra, neden kavga ettiklerini sorduğumuzda ‘‘Etmedik ki.’’ diyebilirler. Bu durumu çocuk, ‘‘Ben her şeyi yanlış, görüyorum-duyuyorum, yanlış algılıyorum.’’ olarak düşünür ve kendi algılarına karşı güveni sarsılır. Her ne kadar gördüğüne, duyduğuna emin olsa da onun en çok sevdiği varlıklar (ebeveynleri), öyle olmadığını söylüyorsa, kendi hatalıdır. Ailesine kendisinden daha çok güvenir. Ailelerinin onları üzmemek için kavgalarını sakladıklarını asla bilemez. Çocuklarımızın algılarına saygı duymalı ve onlara yalan söylememeliyiz çünkü algısı gelişmemiş bir çocuk ileride başkalarının fikirlerine, düşüncelerine muhtaç bireylere dönüşür. Yani onları korumak adına, daha çok zarar veriyor olabiliriz. Çocukluğunda algılarının-düşüncelerinin çok kez yanlış olduğu düşündürülmüş bir kişi, yetişkin olduğunda kendi kararlarını veremez, yanlış seçimler yapacağından korkarak, hep yanlış tercihlerde bulunur. Bu yüzden çocukların duyularını köreltmemek gerekir. Gördüğünü, duyduğunu desteklemek önemlidir. Geleneklerimiz sayesinde en köreltilmiş olan dokunma duygumuzu ise, çocuklarımıza bol bol sarılarak geliştirebiliriz.
Yaptığımız bir diğer yanlış ise çocuklarımızın yorumlama gücünü köreltmek. Örneğin, annesinin babasına bağırdığını duyan çocuk, annesine ‘‘Babama niçin kızgınsın?’’ diye sorduğunda, anne sırf çocuğu üzmemek için ‘‘Yoo, ona kızgın değilim.’’ diyebilir. Çocuk yanlış yorumladığı kanaatına varır ve yorumlarına güveni azalır. Bu tarz örnekler arttıkça, çocuk yorumlamaktan vazgeçer, bu da yorumlama gücünü azaltır. Bizim yapmamız gereken, onların doğru yorumlarını onaylamak, böylelikle de kendilerine olan güvenlerini arttırmak. Algılama ve yorumlama gücü gelişmemiş bir çocuk ileride kendine güvensiz, yanlış değerlendirmeler yapan, yanlış yorumlarda bulunan bir yetişkine dönüşür. Yorumlama gücü, ailesi tarafından ne kadar köreltilirse, ebeveynlerine inat, bireyin yorumlama isteği de o kadar artar ve hayatı adına yanlış yorumlamalar yapıp, mutsuz olma olasılığı artar.
Hepimizin çok sık yaptığı başka bir yanlış ise çocuklarımızın hislerine saygı göstermememiz. Mesela ağlayan erkek çocuklarına genellikle klişe bir laf ederiz: ‘‘Erkekler ağlamaz.’’ Kız çocuklarına, ‘‘Amaaan ne var bunda ağlayacak, her şeye vır vır ağlıyorsun.’’ gibi cümleler kurabiliriz. Çocuklar altı yaşlarına kadar duygularıyla yaşarlar ve biz, onlara nasıl duygular yaşatırsak, bir ömür öyle bir hayat sürerler(miş). Mesela bir çocuğun kırılan oyuncağı için ağlamasını komik bulabiliyoruz. Peki, yorgunluktan yere yapışmak üzereyken, dünya kadar bulaşığınız olduğunu ve birden makinenizin bozulduğunu ve sinirden ağlamaya başladığınızı düşünün. O sırada eşiniz sizin bu halinize gülse nasıl tepki verirdiniz? Bırakın hisleri, fiziksel acılarını bile umursamaz davranabiliyoruz; düştüğü ve ağlamaya başladığı zaman ‘‘Bir şey yok, bir şey yok, kalk’’ deyip, hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyoruz. Evet bazen duygularını çok şiddetli yaşıyor ve bizi çok yoruyorlar, hatta sabrımızı taşırıyorlar ama unutmamalıyız ki; çocuklar duygularını ifade edemezlerse, bastırmayı öğrenirler. Bastırılmış duygular da (ve kendini gerçekten sevmeme, yeterli bulmama) tıpkı Louise Hay’ın dediği gibi hastalık sebebidir. Nasıl yaklaşmalıyız? O anki duygu selini engellemeyelim. ‘‘Artık ağlama!’’ diye bağırmayalım mesela. Empati kurarak yaklaşmak belki biraz işimizi kolaylaştırır. Ne hissediyorlar ve biz bu durumda nasıl yardım edebiliriz? Çocukluğumuzda hissetme gücümüz engellendiyse, yetişkinlikte kişisel, yakın ilişkiler kurmakta zorlanırız çünkü bu ilişkiler duygularımızı ifade etmekten geçer. Çocuklarımıza duygularını ifade etmeye teşvik etmemiz önemli çünkü birikmiş duygular zarar verici eylemlere ve sağlık problemlerine dönüşürler.
Ebeveynlerin, kendi ailelerinden görüp, direkt uyguladıkları veya tam tersi davrandıkları diğer yanlış ise, çocuğun her istediğini yapmak/hep evet demek veya yapabileceklerine bile (hep) hayır demek. Bu iki yaklaşım da yanlış. Hep evet dersek, hayattan da bunu bekleyerek, ben merkezci bireylere dönüşürler. Bu da hayal kırıklığını kaçınılmaz yapar. Onların makul isteklerine ‘hayır’ dersek de bu kez ‘hayatta en sevdiğim kişi bana isteğimi vermezken, hayat nasıl isteklerimi versin’ düşüncesiyle hayattan beklentisi olmayan, bir şeyleri istemeye kendine hak görmeyen insanlara dönüşürler. Hatta onları yalana teşvik etmiş oluruz. Burada neye bakmak gerekir: İstekleri yaşına uygun mu? İsteğine kavuşmak için önce kendi neler yapabilir? Çocuklar, çabalamayı ve sabretmeyi öğrenmelidirler.
Eğer çocuklarımızın hayal gücünü kısıtlamazsak, ileride hayallerinin peşinden giden bireylere dönüşürler. Ama biz genellikle, hayali bir arkadaştan korkarak, ona o hayali arkadaşı veya saçma bulduğumuz hayalleri yasaklama gereği duyuyoruz. Çocuk da ortada bir yanlışlık olduğunu düşünerek, ya hayal kurmayı bırakıyor veya hayallerini bizden saklıyor. Size gelecekle ilgili kurduğunuz bir hayal yasaklansa veya hayalinizle dalga geçilse nasıl hissederdiniz? Çocuğun hayallerine saygı gösterip, o hallere katılmak gerekir. Hayaller, onlar için sadece bir oyun. Hayal kurması engellenen çocuk, ileride ya tamamen gerçeklerden kopuk-hayal aleminde gezen bir yetişkin oluyor veya hayal etmekten vazgeçiyor-on sene sonra nasıl bir geleceğe sahip olmak istediğini düşünmüyor bile.
Çocukta olandan çok, olmayana odaklanırsak; yapamazsın, beceremezsin, bu konuda yeteneksizsin gibi kelimeler kullanırsak, çocuk yaratmaya çekinir. Bu kuvvetli sözler çocuğun bilinçaltına işler ve gerçekte yapabileceği şeyleri bile yapmaya yeltenmeyen yetişkin haline getirir. Çözümünü bulmakta zorlandığı sorun karşısında pes etmeyi seçer, o diyardan gider. Güçlükler karşısında zayıftır. Yetersizlik hissiyle, başarısız-mutsuz bir ömrü olur. Ve yaratıcılığı en çok körelten, genellikle ebeveynlerin davranış kalıplarının arasında yer alan hata ne biliyor musunuz? Sabırsızlık! Çocuğun karşılaştığı her zorlukta onun adına çözüm bulunması, düşünmesine fırsat verilmemesi. Yaşına uygun çabalarında ona destek olmak, tehlikeli değilse önüne geçmemek, talep etmediği sürece yardımcı olmamak çok önemli.
Gördüğünüz gibi ‘onun iyiliği için’ diye düşündüğünüz şey, aksine çocuğunuzun kötülüğüne olabilir. Yanlış davranış kalıplarından kurtulup, çocuklarımızı gerçekten sevdiğimizi kanıtlamak adına, mutlu-kendilerine yetebilen-kendilerini seven bireylere dönüşmelerini sağlamamız gerekiyor.
https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/