Geride kalan yirmi sekiz yıllık yaşantımın bana öğrettiği pek çok şey oldu. Başarı veya başarısızlıklar, korkular ya da cesur hamleler, normal ve anormal durumlar, hepsi birer kılavuz halini aldı. Fakat insan gerçekten korkularıyla yüzleşmeden üstesinden gelemez mi? Bu yıllardır deneyimlerime dayanarak içinden çıkamadığım belki de en zor şey.
Travmalar çoğu zaman yıkıcıdır. Hassas kalpler için ise durum çok daha acı. Travmaya bağlı yaşanan o psikolojik şiddetin boyutu fark etmeksizin, çoğu zaman bunlar anormal durumlar olurlar. Fakat kimileri için bu reaksiyonlar normaldir. Yaşamlarımızın kontrolünün sanki bizlerin elinde değilmiş gibi hissettiren olaylarla karşılaştığımızda hem akla beis gelen hem de kişiyi yeis durumlara iten birçok sorun olduğunu görürüz.
Kusur arandığında bulunan en kolay şeydir ve bu kusurlarımızın bizi biz yapan detaylar olduğunu anlamak zaman alır. Kusurlar kusursuzdur denebilse de onlarla yüzleşme süremiz uzar. Uzadıkça da karmaşıklaşır. Bu bir süre sonra belki de kişi için acı dolu bir zaman döngüsüne dönüşür ama zamanın yenileyici gücünün olup olmadığı nasıl belirlenebilir?
Unutmak... Bence bu eylem sıklıkla yaptığımız bir kaçış yolu ya da bizler bunu en kolay ve erişilebilir bir şey olarak görüyoruz. Nitekim psikolojik travmayla yaşamak bir bakıma kişinin unutabilme becerisinden geliyor. Yaşadığımız onlarca, belki de yüzlerce kötü olayın bize kodladığı şeyleri bir çırpıda unutmadık. Zaman ve acı ekseninde törpülenen zihnimiz en doğal şekliyle insanın kendi doğasından yaralanabildi. Ardından da nihai bir son olan kötülük kapasitesine ulaştı. Bu da bizi biz yapan detayları unutacak bir evreye kadar sürükledi.
Kim bilir, belki de kendimize yabancılaşırken bir başkasına benzemenin ağırlığını omuzlarımıza yüklüyor ve o yükün altında ezilirken, travmalarımızı unutabilme eşiğine gelebilecek kadar kanıksıyoruzdur. Bunlar hep varsayım. Bence diye başlayan cümlelerin yarattığı o yıkım, bu kanıksamayla içimize yerleşti.
Empatik davranmak kolaydır ama tam aksi davranmak ona nazaran daha zor. Fakat zorluğun neticesinde olaylar ya da durumların kişiler nezdinde yarattığı o içsel çatışmanın insan yapısına uygun olduğunu düşünmüyorum. Bunun başka bir boyutu, bir eşiği var. Nasıl ki; “bardağı taşıran son nokta şuydu” diye söylenir dururuz, bence benliğimiz için de böyle bir nokta var. Kendimiz ile yaptığımız bu çatışmada tarafsız kalmak ahlaken mümkün değil gibi dursa da taraf tutmak da zorlaşır.
Tepkiler var bir de. Öyle ki; onlar birçok faktöre bağlı olarak değişkenlik gösterirler. Potansiyel olarak travmalar tür bağlamında şekil değiştirir. Eğer geçmişin yakasında bir el varsa, o el sizi mutlaka tetikleyici bir rol oynamaya sürükler. Ne olur derseniz, pek de bir şey olmaz. Yakar, yıkar, geçer ama yıkıp, yakmak en basit eylemdir fakat kesinlikle bu o tarafın daha güçlü çıkmasını sağlar.
Yine de şu da var: herkes ara sıra endişelenir. Birçok kimseyi kendine tehdit olarak görür. Duvarlar örer ve o duvarların ardındakileri görmezden gelir. Huzursuz edici ve normal olmayan bir reaksiyon değil mi? Belki de öyle ama kime göre?
Zaman, travma ve kişinin üstüne çöreklenen o tarifsiz sorunlar... Onlardan kaçıp gitmek için yüzleşmek kimi zaman tek çözüm olsa da bazen en iyi reaksiyon olacakları izlemektir. Sessizce ve usulca. Ta ki o zaman psikolojik anlamda gerçek fail ve kurbanın kim olduğunu anlamayı sağlayacak zamana dek.