Derleyen: Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Dünya nüfusu hızla artıyor, şehirler ise giderek kalabalıklaşıyor. Bu yoğun talep karşısında mimarlar ve mühendisler, insanlara yaşanabilir alanlar sunmak için her zamankinden daha yaratıcı çözümler üretmek zorunda kalıyor. İşte bu sıra dışı çözümlerden biri de: Earthscraper.
Kulağa biraz bilim kurgu gibi gelse de Earthscraper aslında bildiğimiz gökdelenlerin tam tersi, yerin yukarısına değil, derinliklerine doğru inşa ediliyor. Ters çevrilmiş bir gökdelen gibi düşünebileceğiniz bu yapılar, yer seviyesinden başlayıp metrelerce aşağıya kadar uzanıyor. Peki, bu sıra dışı yapı fikri ilk nerede ortaya çıktı? İçinde ne tür yaşam alanları, teknolojiler ya da sistemler barındırıyor?
YERİN 300 METRE ALTINDA BİR YAŞAM ALANI
Ters çevrilmiş gökdelen fikri, ilk kez 2012 yılında mimarlık dünyasında büyük yankı uyandırdı. Meksikalı mimarlık ofisi BNKR Arquitectura, Evolo Gökdelen Yarışması için sunduğu projede, alışılmışın tamamen dışında bir yapı önerdi: Earthscraper.
Bu çarpıcı tasarım, Mexico City’nin kalbi sayılan Zócalo Meydanı’nın tam altına, 65 kat boyunca yerin derinliklerine doğru inşa edilecek ters bir piramidi kapsıyordu. Toplamda 300 metre derinliğe uzanacak bu yapı, farklı yaşam alanlarına ayrılmıştı: İlk 10 kat müze, sonraki 10 kat konut, diğer 10 kat ise ticari alanlardan oluşacaktı. Tüm yapı, doğal ışık ve havalandırma alabilmesi için camdan dev bir tavanla kaplanacaktı. Sıra dışı fikir, Mexico City’nin tarihi merkezinde uygulanan kat yüksekliği sınırlamalarına (maksimum 8 kat) yaratıcı bir yanıt niteliğindeydi. Aynı zamanda şehir merkezindeki arsa yetersizliği ve yoğun talebe de alternatif bir çözüm sunuyordu. Ancak her ne kadar vizyoner bir proje olsa da, Earthscraper’ın önünde ciddi yapısal, teknik ve lojistik engeller vardı. Şimdilik kâğıt üzerinde kalmış olsa da, mimarlık dünyasında yer altı şehirleri fikrinin önünü açan sembol projelerden biri oldu.
Mexico City’deki bu cesur proje hayata geçirilemedi, fakat benzer bir fikir Çin’de gerçeğe dönüştü. InterContinental Shanghai Wonderland adlı otel, terk edilmiş bir taş ocağının içine inşa edildi ve dünyanın ilk "yer altına inşa edilmiş lüks otellerinden" biri olarak mimarlık tarihine geçti.
Bugün mimarlar ve mühendisler sadece göğe yükselmeyi değil, toprağın altına inmeyi de hedefliyor. Earthscraper ve Shanghai Wonderland gibi projeler, kentsel yaşamı yeniden tanımlayan çığır açıcı adımlar olarak dikkat çekiyor. Geleceğin şehirleri belki de sadece yukarı değil, aşağı doğru da büyüyecek.
TERK EDİLMİŞ ALANLAR İÇİN BİR ÖRNEK
Öte yandan otelin mimarları, taş ocağının doğal yapısını bozmadan sürdürülebilir bir konaklama alanı oluşturmayı hedefledi. Bina, jeotermal enerji ve güneş panelleri gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak çevreye minimum etkiyle çalışacak şekilde tasarlandı. Ayrıca, otelin su altındaki bölümlerinde akvaryum benzeri odalar bulunuyor ve misafirlere su altı dünyasını keşfetme fırsatı sunuyor. İç tasarımında doğayla bütünleşen unsurlar kullanılan bu lüks otel, 'Dünyanın en sıra dışı otellerinden biri' olarak kabul görmüş durumda. Mimarisiyle sürdürülebilir turizme öncülük eden bu yapı, gelecekte terk edilmiş alanların nasıl değerlendirilebileceğine dair önemli bir örnek.
Toplam 18 kattan oluşan otelin 14 katı yerin altında, 2 katı ise doğrudan suyun altına inşa edildi. Bu katlarda, adeta bir akvaryumun içindeymiş hissi veren özel odalar yer alıyor. Misafirler, bu odalarda su altı yaşamını cam duvarların ardından izleyerek bambaşka bir deneyim yaşıyor. InterContinental Shanghai Wonderland Otelin'in mimarları, taş ocağının doğal yapısını koruyarak bu özel alanı ekolojik bir yaşam ve konaklama merkezine dönüştürmeyi hedefledi. Tasarım sürecinde jeotermal enerji, güneş panelleri gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verildi.
PROJE KÖKLERİNİ DERİNKUYU'DAN ALIYOR
Modern mimarlığın geleceğe dönük vizyonu olan Earthscraper gibi projeler, aslında köklerini geçmişin derinliklerinden alıyor. Türkiye’nin gözbebeği Kapadokya’da bulunan Derinkuyu Yeraltı Şehri, bu vizyonun en erken ve etkileyici örneklerinden biri. Derinkuyu, yaklaşık 85 metre derinliğe inen, çok katlı bir yer altı yerleşim alanı. Mükemmel planlanmış yapısıyla adeta antik bir mühendislik harikası. İçinde sadece yaşam alanları değil; ahırlar, depolar, su kuyuları, mutfaklar ve güvenli geçiş tünelleri de yer alıyor. Bu yapının en dikkat çeken özelliklerinden biri ise, 55 metre derinliğindeki havalandırma bacası sayesinde doğal hava sirkülasyonunun sağlanması. Yani o dönem için yer altında sürdürülebilir bir yaşam alanı oluşturulmuş.
Benzer şekilde, Earthscraper da modern dünyanın ihtiyaçlarına göre tasarlanmış bir yeraltı yapısı. Meksika’nın kalbine yerleştirilmesi planlanan bu dev ters gökdelen konut, ofis, alışveriş alanları ve sosyal yaşam alanlarını tek bir yapıda birleştiriyor. Doğal ışık ve havalandırmayı sağlamak içinse, binanın merkezine konumlandırılmış dev bir ışık kuyusu planlanmış. Derinkuyu bize geçmişte insanların zorlu koşullarda bile yeraltında nasıl yaşayabildiklerini gösterirken, Earthscraper ve benzeri projeler bu fikri modern kent yaşamına uyarlıyor. Her iki yapı da, yeraltı mimarisinin sadece bir sığınak değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir yaşam alanı olarak nasıl şekillenebileceğinin güçlü birer örneği.
KAPALI ALAN KORKUSU VE PSİKOLOJİK SORUNLARA YOL AÇABİLİR
Ancak bu tür projelerin hem avantajları hem de bazı dezavantajları var. Avantajlarına bakarsak, özellikle nüfus yoğunluğu yüksek şehirlerde, gökdelenlerin yukarıya değil aşağıya inşa edilmesi, açık alanların korunmasını sağlar. Tarihi ve doğal alanlara zarar vermeden yeni yapılar inşa etme imkanı sunar. InterContinental Shanghai Wonderland, terk edilmiş bir taş ocağını değerlendirerek ekolojik dönüşüm sağladı. Earthscraper, geleneksel betonarme şehirleşmeye alternatif olarak enerji tüketimini azaltma hedefiyle geliştirildi. Jeotermal enerji, doğal ışık sistemleri ve yağmur suyu kullanımı gibi yöntemlerle karbon ayak izini azaltma imkânı sunar. Yer altındaki yapılar, daha sabit bir sıcaklık ortamına sahip olduğundan, ısıtma ve soğutma maliyetlerini azaltabilir. Gün ışığını içeri alan tasarımlar, elektrik tüketimini azaltır.
Dezavantajları ise yeraltı yapıları, karmaşık mühendislik çözümleri gerektirdiğinden inşaat maliyetleri çok yüksektir. Su izolasyonu, hava dolaşımı ve yapısal güvenlik gibi faktörler ek maliyet getirir. Yerin altında olmak, doğal ışık alma konusunda zorluklar yaratabilir. İyi tasarlanmış havalandırma sistemleri olmazsa, içerideki hava kalitesi düşebilir ve havasızlık hissi yaratabilir. Sürekli yer altında yaşamak veya çalışmak, bazı insanlarda klostrofobi (kapalı alan korkusu) ve psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir. Doğal ortamdan uzaklaşmak, insanların psikolojik sağlığı üzerinde olumsuz etki yaratabilir. Deprem, yangın veya su baskını gibi acil durumlarda yeraltı yapılarından tahliye daha zor olabilir. Özellikle Earthscraper gibi 100 kat derinliğe inşa edilecek yapılarda, acil çıkış sistemleri büyük bir mühendislik sorunu olarak görülüyor.
Her iki proje de, şehirlerin sürdürülebilir gelişimi açısından önemli bir vizyon sunuyor. InterContinental Shanghai Wonderland, doğaya zarar vermeden terk edilmiş alanları değerlendirme fikrini desteklerken, Earthscraper, büyük şehirlerdeki alan sıkıntısına yenilikçi bir çözüm getirdi. Bu tür projeler, gelecekte şehirlerin hem yukarıya hem de aşağıya doğru büyüyebileceğinin bir göstergesi. İnşaat teknolojilerinin ilerlemesiyle yeraltı otelleri ve gökdelenleri ilerleyen yıllarda şehirlerin kaçınılmaz bir parçası haline gelebilir. Mimarinin sınırlarını zorlayan bu iki yapı, insanların yaşama ve çalışma alanlarını genişletirken doğayla uyumlu çözümler sunma konusundaki potansiyelini gözler önüne seriyor. Bu projeler, geleceğin şehirlerinin hem sürdürülebilir hem de yaratıcı olabileceğini kanıtlıyor.
Survivor yarışmasıyla adını duyuran sunucu Murat Ceylan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla ilişkisini resmen duyurdu.