01.12.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Anton Çehov’un o ünlü sözünü çoğumuz biliriz “Sahnede bir silah varsa, muhakkak patlar!” Ünlü Rus yazarın en büyük maharetlerinden birinin hızlı yazmak olduğu anlatılır. “Martı”yı ne kadar sürede yazdı bilinmez ama uzun solukluluğu tartışılmaz. Tiyatronun nasıl yapılması gerektiği etrafında aşk, kimlik, ego, kıskançlık ve ailenin tartışıldığı metin güncel bir versiyonuyla sahnede. Tiyatro BeReZe’nin sahneye taşıdığı “Martı Mıyım?”da Arkadina olarak karşımıza çıkan isimse Sezin Akbaşoğulları. “Evlat”tan sonra onu yeniden sahnede izlemek oldukça keyifli. Bu keyfi konuşmak için Cihangir’deki Rose Marine’de buluşuyoruz. Onun saçları uzamış ben biraz kilo almışım ama zaman sanki aynı yerde durmuş gibi. Yanında filtresiz hissettiğiniz insanların verdiği duyguyu bilirsiniz. İşte o duyguyla kahvelerimizi yudumlarken tiyatro, Çehov, yaşlanmak ve hayat hakkında konuşuyoruz...
- Pandemiden önce “Evlat”ı konuşmak için bir araya gelmiştik, pandemideki radyo tiyatrolarının ardından “Martı Mıyım?” ile karşımıza çıktınız. Tekrar sahnede olmanın nasıl hissettirdiğini konuşarak başlamak istiyorum...
Evet neler neler olmuş görüşmeyeli... İnanılmaz! Tekrar sahnede olmak çok iyi hissettiriyor tabii ki. Özellikle de böyle bayıldığım bir oyun ve ekiple… Umarım seyircide bir karşılık bulur oyunumuz ve uzun uzun oynarız, diyar diyar dolaşırız.
- “Martı Mıyım?da her oyuncu bir parça kendi olarak da var sahnede. Sezin Akbaşoğulları olarak kendinizin tanıtımını dinlemek neler düşündürüyor size? Ne çok şey yapmışım ya da zaman ne çabuk geçmiş diyor musunuz?
Oyunun başındaki tanıtımdan bahsediyorsak beni eğlendiriyor, ciddiye alınacak bir tarafı da yok ama onun dışında zamanın hızının başımı döndürdüğü oluyor. Sanırım 40’tan sonra zaman algısı değişmeye başlıyor. Yani üç sene önce olmuş diye düşündüğüm bir durumun üzerinden 10 sene geçmiş olduğunu fark edebiliyorum. Saçmalık gerçekten… Ne çok şey yapmışım böbürlenmesi yaşamıyorum maalesef. Hep eksik kalan ya da henüz gerçekleşmemiş hayallerimin peşindeyim.
- Zaman her şey gibi tiyatroyu da dönüştürdü. Çehov’un “Martı”sından “Martı Mıyım?”a uzanan uzun bir yol var. Anlatının kırıldığı, seyircinin de daha aktif bir seyirci olmasını gerektiren bir oyun “Martı Mıyım?” Sizi en çok cezbeden tarafları neler?
Açık biçim diye tanımlayabiliriz bu anlatım biçimini. Aslında yeni olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Ama sanırım seyirci 20 sene öncesine göre daha rahat kabulleniyor bu anlatım tarzını. Seyirciyle sanki sahnedeki partnerinmişçesine oyunu paylaşmak, sürprizlere açık olmak da demek aynı zamanda. Oyuncuya da bir dinamizm katıyor. Hep uyanık olmak durumundasın filan... Zevkli bir oyun hâli.
-Oyunda Sezin olarak mikrofon başına geldiğinizde anda kalmakla ilgili şeyler üzerine düşündüklerinizi anlatıyorsunuz. Biraz açar mısınız an’la ilgili zihninizdeki meşguliyeti?
Zamanın ruhu üzerine düşünmekten açılıyor konu. Herhangi bir düşünceye, fikre saplanıp kalmamak en iyisi gibi geliyor. Esnek olabilmek, hem bedenen hem ruhen… Anda kalmak, hayatın akışına bırakmak kendini, belki zamanın ruhunu yakalamaya yetiyordur diye beynimin fırtınasında süzülüyorum. Mesleğimin en sevdiğim tarafı da bu aslında. Oyun hâlinde olmak, anda kalmaya davet ediyor bizleri. Böylece geçmiş ya da gelecek vesveseleriyle dolu zihnimizin güzel bir mola vermesini sağlıyoruz, onu rahatlatıyoruz gibi geliyor.
- Canlandırdığınız Arkadina artık genç olmadığı, yeterince gözde olmadığı gibi şeylerle mücadele ediyor bir yandan... Sosyal medyanın da etkisiyle herkesin genç, güzel vs olması beklenen günümüzde 40’lı yaşları nasıl deneyimliyorsunuz? Hep bir eşik gibi kabul edilir 40 yaş! Sizin için yaş almak ne ifade ediyor?
43 yaşındayım. 39’dan sonraki her yaş daha iyi geldi bana diyebilirim. Büyümenin acıklı bir tarafı var. Yakınların hastalanıyor, sevdiklerini kaybediyorsun, sen hastalanabilirsin. Daha endişeli bir varlığa dönüşüyor insan büyüdükçe. Bu tarafı çok can sıkıcı. Ama tabii dünyayı ve başkalarını daha iyi gözlemliyorsun. Daha iyi daha doğru bir kavrayış kabiliyeti kazanıyorsun ve bu da çok önemli. Yani bilemiyorum, Shakespeare’in dediği gibi “Akıllanmadan yaşlanmamalı insan!” orası kesin.
- Sizinle yaptığımız son söyleşimizde “İnsan büyüdükçe hayattan beklentisi de azalıyor sanırım. Savaşmaya falan pek gücünüz kalmıyor. Gücünüzü nereye harcayacağınızı seçerken daha özenli ve düşünerek davranıyorsunuz” demiştiniz. Aradan geçen zamanda hem ülkemizde hem dünyada olup bitenleri düşündükçe Sezin’in beklentileri değişti mi?
Aynı şeyi düşünüyorum hâlâ. Neye ne kadar vakit harcayacağım önemli benim için. Kurtuluş planım hâlâ yok! Seyahat etmek, kaldırabileceğim kadar sorumluluk almak, sevdiklerimin yanımda olması, duyguların karşılıklı olması ve sonunda da huzurlu, mutlu ve kolay bir şekilde ölmek istiyorum. Eskiye göre oldukça basit, sürdürülebilir beklentilerim var.
“Dileğim iyi yazılmış karakterler oynamak”
- Seyirciler ‘kötü’ karakterleri daha çok sevmeye başladı. Oyuncu olarak ‘kötü’yü oynamanın avantajları var mıdır?
Kötü ya da iyi diye bakmıyorum oynadığım karakterlere. Ama demek istediğinizi anladım. İyi yazılmış ’villian’lar her zaman çekicidir tabii. İyi yazılmamış olanlar da pek sevimsizdirler. Oyuncu olarak dileğim iyi yazılmış karakterler oynamak.
- “Gladyatör” ve “Barda” filmlerinin devamları sinemada. “Fakat Müzeyyen Bir Derin Tutku” izleyiciler için tutku oluşturmuş bir iş. İçinde yer aldığınız filmlerden birinin devamı çekilecek olsa, hangisi olmasını isterdiniz? Hangi hikâyenin devamı merak uyandırıyor?
Ne güzel soru! Ama şimdi biraz düşününce ilginç bir devam filmi olabilecek, benim oynadığım bir film gelmiyor aklıma.