27.04.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Burcu Ünal - burcu.unal@milliyet.com.tr
Vur de vuralım öl de ölelim”, “Kürtler dışarı”, “Türkiye Türk’tür Türk kalacak”, “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayacağız”... Kulağımızın ne yazık ki aşina olduğu
bu sloganlarla başlıyor “Nefret” belgeseli... Nefret suçları üzerine sözlü bir tarih çalışması niteliği taşıyan “Nefret”, akademisyen Hakan Alp ve gazeteci yazar Esra Açıkgöz’ün yönetmenliğinde Türkiye’de nefret suçuna maruz kalan 10 kişinin neler yaşadıklarını birinci ağızdan izleyici ile buluşturuyor.
Toplumun her kesminden farklı nedenlerle nefret suçuna maruz kalmış,
bu nedenle tartaklanmış, canı acımış kişilerle birlikte, nefret suçları nedeniyle öldürülenlerin yakınları neler yaşadıklarını anlatırken, kafamızda sürekli bir soru dolanıyor: Neden? Neden insanlar kendileri gibi olmadığı için birinden nefret eder?
Bu nefret ne kadar güçlüdür ki birinin bir başkasının canını acıtmasına hatta canını almasına neden olabilir? Örneğin, CHP Milletvekili Şafak Pavey engelli bir kadın olarak yaşadıklarını; Diyarbakırlı trans birey Öykü abisinden nasıl şiddet gördüğünü; Türkiye Protestan Kiliseleri Birliği Başkanı İhsan Özbek, Zirve Yayınevi cinayetlerini, aldığı tehditleri anlatırken, bu sorular giderek yükselen bir sesle cevap aramaya devam ediyor.
“Panzere tırmanan kız mı, kadın mı?”
Mağdurların hikayelerinde bugüne kadar perde arkasında kalmış, can acıtıcı detaylar da su yüzüne çıkıyor. Bu “detaylardan” biri de Dilşat Aktaş’ın hikayesinde saklı... Türkiye Dilşat Aktaş’ı Metin Lokumcu’nun ölümünün ardından Ankara’da düzenlenen gösterilerde tankın üzerine çıkınca tanıdı. Olaylar sırasında polis tarafından uğradığı darp nedeniyle hastanede tedavi görürken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bu sabah bakıyorum, bir televizyon kanalında ‘Ankara’da bir polis panzerine tırmanan bir tane, kız mıdır, kadın mıdır bilemem” diyordu.
O sırada Dilşat’ın annesi Nazlı’ya bir akrabası telefonda “Ya Nazlı, bu adam bizim namusumuza laf ediyor, ne oluyor orada?” deyince Dilşat’ın ağzından şunlar dökülüyor: “Benim panzere çıkışım bir eşitlik, demokrasi, özgürlük talebi, bugün kadınlar açısından ne kadar elzem. Bunun için yapamayacağımız bir şey yok”. Dilşat’ın bacağının
o gün gördüğü darp nedeniyle 1.5 santim kısaldığını da belirtelim.
Nefret suçu ile canı yanan ve perde arkasında kalan detaylarla avunmaya çalışan iki isim ise
Ani ve Garbis Balıkçı.
Askerde öldürülen Sevag Şahin Balıkçı’nın anne ve babasının bugün tek avuntusu oğullarından kalan ve hâlâ sakladıkları eşyalar ile askerden kendilerine gönderilen bir on lirası,
iki tane de beş lirası... Baba Balıkçı’nın gözleri “Bazen gelip bakıyoruz işte” diye oğlunun dolabını gösterirken doluyor.
İki kardeşi katliama karşı sandığa saklıyor
Maraş katliamının tanıklarından Sevim Polat’ın çocuk hafızasından aklında kalan detaylar ise unutulacak gibi değil... Olayların olduğu gün Polat, annesi ve teyzesi ile evden çıkıyor. İki küçük kardeşi ise evde kalıyor. Olaylar patlayınca onlar bir tanıdıklarının evine sığınıyor. O sırada komşuları, kardeşlerini alıyor. Bir sandığa saklıyor. Üstüne yataklar diziyor. Kalabalık kapıya dayandığında, çocukları jandarmanın gelip götürdüğüne onları ikna ederek iki miniğin yaşamını kurtarıyor. Polat tüm bunları neden yaşadıklarını sorgulamayı ise o gün yolda birinden bu “neden”in cevabını aldığında bırakmış: “Ben sordum. Neden dedim ya, neden? ‘Gavurları öldürüyoruz dediler, ben de gittim, öldürdüm’ diyor adam. Bir daha bir şey sormak gereği duyar mısınız?”
Belgeselde ayrıca yerlerinden sürülen Romanların, saldırıya uğrayan Kürt inşaat işçisinin de hikayeleri var. “Nefret suçlarının insanların yaşamında yarattığı tahribatı anlatarak bu konuda toplumsal ve siyasi farkındalık yaratmayı” amaçlayan belgeseli özetleyen en çarpıcı cümle ise İhsan Özbek’e ait: “İnsanların özgür olmaları için Türkiye’de kahramanca yaşamaları gerekiyor. Oysa biz sıradan, basit hayatlarla mutlu olabilmeliyiz.”
Gösterim tarihleri
l 7 Mayıs Çarşamba 20.00
Şişli Kent Sineması
l 18 Mayıs Pazar 16.00
Nazım Hikmet Kültür Merkezi
l 25 Mayıs Pazar 16.00
Karga Kadıköy
“Biz kavramının dışında kalan herkes ötekileştiriliyor”
Bu belgesel fikri nasıl ortaya çıktı?
Hakan Alp: Nefret söylemi ve suçları Türkiye için çok da eski bir kavram değil. Yine de özellikle son yıllarda sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin önemli çalışmalarıyla
bu konuda bir duyarlılık, toplumsal farkındalık oluştu. Ancak bu çalışmalarda nefret suçlarının mağdurları; onların neler yaşadıkları, bu suçtan nasıl etkilendikleri yoktu. Biz de nefret suçunun yaşamlarında yarattığı tahribatı birinci ağızdan dinlemek istedik. Düşündük ki eğer onlara kulak verir, acılarına az da olsa ortak olmayı başarırsak kendimize de bakabilir, yarattığımız “öteki”leri ve onlara yaptıklarımızı belki görebiliriz.
“Biz deyince akla gelenler belli: Türklük, Müslümanlık, erkeklik”
Tanıklıklarını kullanacağınız kişileri nasıl seçtiniz?
Esra Açıkgöz: Garip gelecek, ancak işin en zor kısmı belki de buydu. Tarama yaparken konuşabileceğimiz yüzlerce insan olduğunu gördük. Ne yazık ki sistemin kurduğu
“biz” kavramının dışında kalan herkes “ötekileştiriliyor” ve nefret suçuna maruz kalıyor. Üstelik nefret suçları aracılığıyla mağdurdan çok onun ait olduğu gruba “Ya sev ya terk et” gibi tanıdık olduğumuz bir mesaj yollanıyor.
Hakan A.: Evet, Türkiye’de “biz” dendiğinde akla gelenler belli; “Türklük”, “Müslümanlık”, “Sünnilik”, “erkeklik”. “Normal” ve “anormal” bile iktidar tarafından belirleniyor. Biz olabildiğince farklı kimlik ve gruplara yer vermeye çalıştık. Keşke daha çok imkan olsaydı da her kesimden insana söz verebilseydik.