Pazarİlaçlarım benim ne kadarım?

İlaçlarım benim ne kadarım?

09.03.2025 - 02:00 | Son Güncellenme:

Çocukluğundan beri terapi gören bir kızın hikâyesini izlediğimiz “Çoğunlukla Bazen”de Anna’nın “O kadar uzun süredir bu hapları kullanıyorum ki, onlar olmadan kim olduğumu bilmiyorum” sorgulaması etrafında çarpıcı ve yürek burkan bir hikâyeye tanık oluyoruz.

İlaçlarım benim ne kadarım

Seyhan Akıncı - İyileşmenin bedeli kendiniz olsanız iyileşmek ister miydiniz? Tabii kendimiz olmak ne demek bunu bilebildiğimizi varsayarsak... Avustralyalı yazar Kendall Feaver’ın yazdığı ve 2018’de En İyi Yeni Oyun dalında Birleşik Krallık Tiyatro Ödülü’nü alan “Çoğunlukla Bazen”, Anna’nın terapi deneyimlerinden; aile, büyümek, kendin olmak, iyileşmek ve ‘normal’ üzerine düşünmeye çağırıyor. Sezonun hem reji hem de oyunculuklar açısından en başarılı işlerinden “Çoğunlukla Bazen”i yönetmen Barış Gönenen ve oyunda anne kıza hayat veren Selen Uçer ve Sena Kurdoğlu ile konuştuk. 

Haberin Devamı

Barış Gönenen: Oyunculukta çocuk tarafımla daha çok karşılaşıyorum 

Son yıllarda oynadığınız ve yönettiğiniz oyunların birçoğu güncel metinlerden oluşuyor. Bu özel bir tercih mi?  

Seçtiğim tekstlerin öncelikle benim hayatıma bir şey söylemesi ile ilgileniyorum. Metnin söylediği sözün, yazarın hikâyeyi anlatırken kullandığı dilin üzerine bir hayal kurabilmek beni metinlere yaklaştırıyor. Ama genel anlamda da kendimi politik ve zamanın ruhu ile ilgilenen biri olarak da tanımladığım için güncel meseleler, içinde bulunduğum zamanın dertlerini anlatan metinler heyecan verici oluyor. Biz drama üreticilerinin en büyük şansı; dünyayla, hayatla ilgili söyleyeceğimiz sözleri sahne üzerinde bir hikâyenin içine saklanarak söylememiz. Büyük bir nimet. Her şeyin politik olduğu gerçeği bağlamında tiyatronun politik bir söyleme dönüşmesi fikri beni heyecanlandırıyor.

Haberin Devamı

“Çoğunlukla Bazen” duygusu çok güçlü bir metin. Bu açıdan hazırlık sürecinde en çok neyi tartıştınız? Törpülediğiniz, öne çıkarmak istediğiniz yanlar nelerdi? 

“Çoğunlukla Bazen” gibi tekstler bireysel hikâyelerden yola çıkarak herkesin hayatına bir şey söylemenin peşinde oluyor. Hikâyede Anna çok zor bir psikolojik rahatsızlık yaşayan genç bir kadın. Çok erken yaşta babasını kaybetmiş, bütün hayatı ağır ilaçlarla geçmiş. Belki de tek bir gün bile kendi olmanın ne demek olduğunu bilmeyen biri. Belki bu benim bir insan olarak anlayabileceğim bir şey değil. Ama kendin olmak ne demek, aşk ne demek, acı çekmek ne demek bunu anlayabilirim. Dolayısyla seyici ve oyun arasında hikâyeyi yaklaştırmaktansa ortaklaşabileceğimiz duyguları yaklaştırmaya çalıştım. Spesifik duygulara odaklandım. Ama bu tarz oyunlar gayet kolay bir şekilde ajite olabilecek, seyiriciyi birtakım duygulara zorlayabilecek riskler barındırıyor. Orada da olabildiğince tiyatronun kendi elementlerinden faydalanarak seyirciyi hatta oyuncuyu hikâyeden çıkarıp illüzyonu kırmaya çalıştım. Oyuncularla da sadece kendi hakikatlerini sahneye taşımalarını, hiçbir duyguyu zorlayıp performe etmemeleri üzerine konuşuk genellikle. 

Haberin Devamı

Oyunculuk ve yönetmenliği bir arada sürdürüyorsunuz. Oyuncu Barış’ın yönetmen Barış’a ya da yönetmen Barış’ın oyuncu Barış’a ne gibi tavsiyeleri oluyor?  

Yönetmen tarafımla oyuncu tarafımı mümkün mertebe ayırmaya çalışıyorum. Bir süredir oyunculuk dersleri de vermeye başladım. Prova döneminde dersler, provalar, kendi oyunadığım oyun derken hayatımın neredeyse yüzdeyüzü tiyatro ve oyunculuk üzerine düşünerek ve konuşarak geçti. Bu hem çok öğretici hem de biraz yorucu bir şey. Yönetmenlik benim için ciddi ve üzerimde çok sorumluluk hissettiğim bir şey. Oyunculuk ise benim için oyun parkı. Oyunculukta çocuk tarafımla daha çok karşılaşıyorum. Yönetmen Barış oyuncu Barış’a eğlen, oyuncu Barış yönetmen Barış’a öğren diyor. Şimdilik bir denge buldum. 

Sena Kurdoğlu: Anna, benden daha özgür ruhlu

“Çoğunlukla Bazen” sizi sahnede de izlediğimiz bir metin. Sizi en etkileyen ve bu oyun sahnelenmeli dedirten yanı neydi? 

Hikâye kesinlikle anlatılmaya değer, toplumumuzda karşılık bulan ve çok iyi yazılmış bir metin. İnsanın bir an dikkatini başka bir şeye yöneltesi gelmiyor. Dikkat dağınıklığının had safhada olduğu bu dönemde bir cevher.

Haberin Devamı

Anna gibi zor bir karakteri seyirciye çok sahici bir yerden aktardığınızı görüyoruz. Bu deneyimi nasıl tanımlarsınız?  

Anna, benden daha özgür ruhlu bir kız. Bu hâllerine imreniyorum. Olmak istediğim birçok şey onda var. Bu tarafı güzel. Ama diğer yandan, bastırdığı duygularıyla ilişki kurmak insan olarak biraz yorucu olabiliyor.

Yaratıcılık sancıyla özdeşleştirilir genellikle. Siz içinizdeki sancıyı ne zaman duymaya başladınız ve hikâyenin bu tarafında (yapımcı) olmaya karar verdiniz? 

İş yapmayı ve üretmeyi seviyorum; bu yüzden hep aklımda bir noktada yapıma geçmek vardı. Oyunculuk ise uygulamasındansa sektörün içinde var olması daha zor bir alan. Sektörün içine girsen de beğendiğin bir işte yer almak çok zaman alabiliyor. Kendim yapabiliyorken ve yapmayı da seviyorken, neden olmasın? 

Haberin Devamı

Selen Uçer: Yaş ayrımcılığının ülkemizde uzun bir yolu var

Deneyimli bir oyuncu olduğunuzdan sahnede olmayı seçtiğiniz metinler konusunda da şüphesiz hassas oluyorsunuz. “Çoğunlukla Bazen” Selen’e neden evet dedirtti?  

Çok iyi yazılmış bir oyun metni ve Barış Gönenen’in bakış açısı ve yönetmenliği diyebilirim. Ece Temelkuran’ın kitabından yola çıkarak yazdığım “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” ve Firuze Engin’in “Güle Güle Diva”sını oynamıştım. Açıkça söyleyeyim çeviri oyunlara bir süredir biraz mesafeliydim. Bu metni İstanbul’da anlatmamızın bir nedeni olmalı diyorum hep. Avustralyalı yazar Kendall Feaver her toplumda geçerli bazı rahatsızlıkları olan bir gencin, büyürken yaşadığı gitgelleri, psikiyatrinin bundaki yerini global bir dille anlatıyor. Hastalıkla başa çıkmaya çalışan bir anne-kız ve doktoru ile kızın hayatına giren erkek arkadaşı üzerinden bir yüzleşme hikâyesi diyebilirim oyun. Samimi, minimal ve gerçek bir hikâye.

Oyun oldukça zor meseleler üzerine düşündürtüyor seyirciyi. Oyunun ardından her sahneden inişinizde sizde ne bırakıyor hikâye? Bugüne kadar ki en yoğun duygusu neydi? 

Çok yoğun duygularla bitiyor. Hem bir çözülme hem de mutlu sonla bitiyor bence oyun. Zira bir büyüme hikâyesini hiçbir tarafını gizlemeden anlatıyor. Ebeveynleri özellikle çok etkileniyor. Ve bizim hikâyemizde Anna’nın sıradışı rahatsızlıkları, uyumsuzlukları da var. Hepimizin yok mudur? Büyürken. Hikâyedeki kızın hastalığı daha ciddi, normal hayatına devam edemiyor ve annesiyle doktoru arasında mekik dokuyarak büyümüş. Terapist-anne sahnesi, birçok sorgulamanın olduğu çok güçlü bir sahne bence, hele günümüzde terapinin de sokağa düştüğü fazlasıyla dilimize ve hayatımıza girdiği bir zamandayız. Etik olan nedir? Doktor-hasta ilişkisinin sınırları nerededir? gibi birçok durum da sorgulanıyor oyunda.

Kadın hikâyelerinin hem niteliğinin hem de niceliğinin arttığını görüyoruz. Bu artış kadın oyunculara hangi alanlarda kazanımlar sağlıyor?  

Evet, daha da artması gerektiğini düşünüyorum. Ataerkil bir toplumda, ne kadar modernleşmeye çabalansa da erkek oyuncunun yaşadığı zorluklar ve kadın oyuncunun yaşadıkları hemen ayrışıyor. “Çoğunlukla Bazen” çok güçlü, detaylı ve gerçek üç kadın karakter üzerinden akıyor. Madalyonun öbür yüzünü de çevirerek tartışıyor her şeyi. Yaş ayrımcılığı konusunun ülkemizde uzun bir yolu var. Mesela 20 sene önce oynanmış bir oyunda erkek oyuncu aynı kalırken, 20 yaş genç bir kadın oyuncu ile bir müzikal tekrar sahneye konmuştu, delirmiştim. Ya da kadın oyuncuların oynadıkları TV projelerinde aynı yaşta oldukları erkek oyuncuların annesi rollerine konulması durumu olmuyor mu? Gerçeklikten çok içi boş estelik genç parlak bir kadın algısı peşinde popüler kültür. Ama tiyatroda ve TV’de bile karakterin öne çıktığı seçimler oluyor artık, daha da çok olacağını umuyorum.