Pazar“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”

“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”

07.04.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Sofrada Baş başa”nın bu haftaki konukları Hakan Günday ve Murat Daltaban...

“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”

Bazen biriyle tanışır ve daha üçüncü cümlede birbirinizin söylediklerini tamamlamaya başlarsınız. Oysa daha önce hiç karşılaşmamışsınızdır. Elbette bunun da bir nedeni vardır: Okunmuş olan kitaplar, dinlenmiş olan albümler, görülmüş olan rüyalar... Velhasıl bu neden, iki hayat kadardır. Birbirinden habersiz ancak aynı ipin üzerinde yürüyerek geçmiş iki hayat kadar. Ve daha önce birbirinizle hiç konuşmamış olsanız da, o ilk sohbetiniz, sanki geçmişte bir noktada kaldığı yerden devam ediyormuş gibi hissettirir. Murat’la tanışmam böyledir. Bundan yıllar önce... Dolayısıyla buna pek de bir tanışma denemez herhalde. Daha çok, bir dostluğun kaldığı yerden devam etmesidir. Belki de bu yüzden birazdan okuyacağınız sohbetin bir başı ya da sonu yok. Biz zaten konuşuyorduk, siz üstüne geldiniz.

Haberin Devamı

Murat Daltaban.: Yeni kitabın isminden bahsedecek misin?
Hakan Günday: Var bir kelime ama şimdilik sadece bir ihtimal. Yolda kim bilir ne hale gelecek...
Murat D.: Bu yıl içinde çıkar mı?
Hakan G.: Bakalım... Aslında sen de biliyorsun, bir defa düşmüşse aklına bir hikaye, anlatacaksan illa, bir cerahat gibi büyümeye başlıyor. Bir uyanıyorsun kafanın bir bölgesi şişmiş. O şişkinliği oradan ameliyatsız aldırmanın en iyi metodu da oturup yazmak. Onun için de hikayeyi anlatana kadar huzur yok. Anlattıktan sonra da huzur yok ama en azından biraz olsun rahat etmek için yazmak gerekiyor. Sen ne yapıyorsun esas? Bugün büyük gün, oyunun galası var. Anlatsana “Yüksek”i.
Murat D.: Provaları seyretmedin mi?
Hakan G.: Yok, seyredemedim. Sadece bir ara “Çok hareketli bir oyun, çok koşuşturmalı” demiştin. Merak ediyorum şimdi. “Sarı Ay” tekniğinde herhalde.
Murat D.: Evet, o üslupta... Bizim çocuklar Mehmetcan (Mincinozlu), Aykut (Akdere) bir de Onur (Öztay) oynuyor. Aykut yeni mezun. Onur’u “Malafa”dan tanıyorsun. Üçü de şahane oynuyor.
Hakan G.: Yeni mezun biri ile aynı dilden konuşuyor olmak ilginç değil mi?
Murat D.: Ama zaman geçiriyoruz birlikte Hakan. Öyle çat diye alıp da oyuna sokmuyoruz ki kimseyi. Konuşuyoruz, tartışıyoruz, prova seyrettiriyorum, bir süre sonra da aynı dile ulaşıyoruz.
Hakan G.: “Malafa” için hazırlandığımız zamanı hatırlıyorum da
ilk öğrendiğim şey şuydu herhalde; sahne sadece sahneden ibaret değil. Yani bir oyun tasarlanacaksa önce bir fikir dünyası yaratıp sonra da merkezine sahnenin koyulması gerekiyor. Önce dışını üretmen gerekiyor; felsefesini, düşünce biçimini, onunla irtibatta olan farklı sanat disiplinlerinden ürünleri... Hepsini inceleyip, tartıp belki de en son sahne kuruluyor değil mi? Kabuk üstüne kabuk koya koya gidiyorsun.
Murat D.: Belki de bu işi her yapanın farklı bir üslubu vardır, bilmiyorum. Ben elimdeki en az malzemeyi büyüte büyüte gidip sonra bir de küçültme safhasına
geçip sona taşırım. Zor bir süreç.
Romanda var mı karşılığı?
Hakan G.: Romanda bunun karşılığı oturup aylarca tavana bakmak. Sonra da neren acıyorsa oradan başlamak.
Murat D.: Tek başına çalışmanın konforlu tarafı da var, çok sıkıntılı tarafı da..
Hakan G.: Hele zaman geçtikçe. Mesela Dot kurulduğu günkü Murat var, onu hatırla, şimdi sekiz yıl geçti ve bu kadar oyun yapmış bir Murat... Ne kadar farklı kim bilir? Bakış açın, bir oyunu ele alışın...
Murat D.: Bir sürü şey öğreniyorsun; her yeni tanıştığın oyuncuyla, her yeni yazarla yeni yeni kapılar açılıyor.
Hakan G.: Bende de zaman içinde iyice yaptığım işi beğenmeme sıkıntısı başladı. Zaten yazdıklarımla aram hiçbir zaman iyi olmadı da... En ufak bir şeyin tekrar ettiğini hissettiğim anda rahatsız oluyorum.
Murat D.: Bazen tekrarı seçmek de iyidir aslında. Üslup olarak tekrar edilmesi, pekiştirilmesi ya da öncekine veya sonrakine bağlantılı bir şey üretilmesi...
Ben tekrardan çekinmiyorum çoğu zaman.
Hakan G.: Evet belki de bir üslup yaratmak adına tekrar olabilir, ısrar yani.
Murat D.: En azından kafanda tüketene kadar, rahatlayana kadar tekrar ettiğin
bir tema... Yoksa hep eksik kalıyor.

Haberin Devamı

“Sadece şiddet üzerinden iletişim kurabiliyoruz”

Hakan G.: Sonuçta insan ister istemez hep aynı nesneyi inceliyor ama etrafında bir tur atıyorsun farklı açılardan bakmak için. Ben şimdi dönüp baktığımda aslında üzerine yazdığım tek şey, insanın hayatla olan ilişkisi; var olmakla, nefes almakla, ortalama 70 yıllık bir ömre sığdırılmış olmakla ve söz söyleme hakkı olmadığı bir dünyaya gelmesiyle ilgili sıkıntıları...
Murat D.: Bir de bir süre sonra nereden bakarsan bak aynı şeye bakıyorsun. Baktığın şey sana bakıyor ve dönüp kaçamıyorsun.
Hakan G.: Aslında nereye bakarsan bak aynı hep o aksayan tarafı görüyorsun. En iyi makineden en iyi mekanizmaya kadar neresi aksıyorsa orayı görüyorsun ve orayı anlatmaya meylin var. “Niye bu kadar karanlık?” diyorlar. İyi de ışığın düştüğü yerle zaten ilgilenmiyorsun ki.
Murat D.: Daha da karanlık bir şey söyleyeyim sana; düzenin işleyen tek tarafının şiddet olduğunu düşünüyorlar. Yani sadece şiddet üzerinden iletişim kurabiliyoruz. Hayatın her noktasında bir şiddet var ve en işleyen iletişim yöntemi şiddette kendini gösteriyor. Konuşmada bile... İlle de kan dökülmesi gerekmiyor. Televizyonu aç, haberleri seyret; sürekli birbirleriyle kavga eden, laf söyleyen insanlar, kıyamet, savaş...
Hakan G.: Biliyorsun değil mi hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin. Ben de hiçbir zaman o kadar şiddetli bir şey yazamayacağım.
Murat D.: Senin yazdıklarına şiddetli demek...
Hakan G.: Benim yazdıklarım çocuk oyuncağı kalıyor. Akşam, haberlerde bir adamdan bahsediyorlar mesela. Adam, milyonlarca insanın olduğu bir yerin devlet başkanı, adamda birtakım düğmeler var, basınca füzeler çıkıyor. Gidiyor başka bir coğrafyada, bir yerleri havaya uçuruyor.
Ve bu adam oraya seçimle gelmiş. Hangi kitapta bulabilirsin bu kadar şiddeti?
Ama bir karakteri işlemek istiyorsan,
o karakterin ortaya çıkmasına en iyi fırsat veren unsurlardan biridir şiddet. Belki de bu yüzden, çoğu insan oturur izler şiddeti.
Murat D.: İzlemek de şiddete maruz kalmak aslında.
Hakan G.: Evet, belki de hem uygulamak hem maruz kalmak. Dokunmuyor çünkü. Sessizce izlemek... Kanalı değiştirebiliyorsun, sayfayı çevirebiliyorsun çünkü görmek istemiyorsun. Eğer bunu bir tiyatro sahnesinde görürsen de rahatsız oluyorsun ve paranı geri almak istiyorsun. Bir kitapta görürsen daha beşinci sayfasında “Bu ne yahu! Hiç iyi bir şey yok mu?” diyorsun. Bunları görmek istemiyorsun.
Murat D.: Sana anlatmışımdır “Kürklü Merkür” zamanında kadının biri çıktı eli ayağı titriyor: “Ben oyunu seyrettikten sonra arkadaşlarımla eğlenmeye gidecektim, şu halime bakın elim ayağım titriyor, bunu bana nasıl yaparsınız!” dedi. Yani böyle bir şey. Fazla geliyor demek ki. Neyse bu yeni oyunumuz “Cleansed/ Silindi_r” çıksın, bakalım ne olacak.
Hakan G.: Sarah Kane’in oyunu... Bence çok güzel olacak.
Murat D.: Eline sağlık. Türkçe’ye tekrar yazma işini çok güzel yaptın.

Haberin Devamı

“Seni de alacağım provalara, üç günde bir provada olacaksın”

Hakan G.: Kıyısından köşesinden Dot’la alakalı, tiyatroyla alakalı bir şey yapmama müsaade ettiğin için teşekkür ediyorum sana.
Murat D.: Ben teşekkür ediyorum sana. Bir arada olmak çok güzel.
Hakan G.: Hiç aklıma gelmeyen, düşünmediğim bir işi aslında ne kadar benimseyebileceğimi gösterdin. Benim hiç aklıma bile gelmezdi tiyatroyla ilgilenmek veya bu konu hakkında bir çalışmanın içinde olmak. Senin çalışma biçiminle alakalı bir şey muhtemelen. Eğer burası daha resmi bir kurum minvalinde yürüseydi herhalde beceremezdim.
Hakan G.: “Silindi_r”i ne zaman için düşünüyorsunuz?
Murat D.: Herhalde eylülde çıkacak. Düşünüyorsunuz değil düşünüyoruz! Seni de alacağım provalara. Üç günde bir provada olacaksın, söyleyeyim.
Hakan G.: Memnuniyetle. Çok garip bir metindi. Zor bir metindi. Hava gibi bir metin ve o havayı derleyip toplayıp sahnenin üzerine yerleştirmek, onu somutlaştırmak çok ilginç olacaktır.
Murat D.: “Silindi_r” gibi bir oyuna gitmek için hep zamana ihtiyaç vardır. Onun için bu kadar geçe kaldı aslında. Oyuncuların ve benim bir şekilde
o doygunluğa çıkmamız gerekiyordu.
Kolay bir metin değil ve senden çok şey talep ediyor aslında. Ama zannediyorum şimdi bizim için vakti geldi. Bu sefer fiziksel tiyatroyla postmodern bir tiyatro metnini bir araya getirmiş olacağız. Galiba üslup olarak biriktirdiğimiz her şeyi burada kullanacağız. İlginç olacak yani. Beden çalışmalarını yapıyorlardı zaten, şimdi ben de başladım. Oyuncuların bedenleri şahane olmuş, çok gelişmiş. Eğip bükebilecek hale geldi. “Beautiful Burnout”tan beri gelen bir çalışma disipliniyle oldu. Çalışınca her şeyi yapıyorsun aslında. Oyuncunun kendine zaman tanıması lazım. Oyunu yönetenin de oyuncuya zaman tanıması lazım.
Hakan G.: Bu şeye benziyor, aklına yatan cümleyi kurabilmen için herhalde
900 tane cümle kurman gerekiyor.
Aklına en çok yatan “Evet, bu benim düşüncemin mürekkebe dökülmüş halidir” diyebileceğin ana ulaşmak için mutlaka öncesinde çok çok çalışman gerekir.
O zamanı geçirmeyi göze almak lazım.

Haberin Devamı

“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”

Haberin Devamı

Hakan Günday: “Cebimizde on tane kredi kartı olduğundan bir tiyatro eserinden garanti süresi ve iade hakkı bekliyoruz.
Her anının bizi mutlaka etkilemesi gerektiğine inanıyoruz. Yani bir ütüden ne bekliyorsak bir oyundan da onu bekliyoruz...”

“Sen bana bir şey getirip oku dediğinde gurur duyuyorum”

Murat D.: Bazen senin tek başına çalışman çok rahatlatıcı gibi görünüyor, “Keşke kalabalıkta çalışmasaydım” diyorum ama tek başına çalışmak çok ağır bir yandan.
Hakan G.: Tek başına çalışmanın belli bir süre sonra şöyle bir sıkıntısı var; özellikle dediğim gibi yıllar geçtikçe ve beğeni filtren daha da daraldıkça düşüncelerini herhangi bir yere çarptırma sorunun başlıyor. Birilerine çarptırmaya ihtiyaç duyuyorsun. Artık konuşmaya, tartışmaya ihtiyaç duyuyorsun. Başkalarından destek alman, onlarla fikirler üzerine konuşman gerekiyor. Onun için 10 sayfa yazdıktan sonra ne düşündüysem gelip sana anlatma ihtiyacı duyuyorum. “Murat ne hissediyorsun bununla ilgili, bunda hayat var mı?” diyorum. Sen bana bir çizgi roman gösteriyorsun, bak bunu da oku, şöyle bir müzik var bunu da dinle diyorsun. Buna ihtiyaç duyuyorsun işte.
Murat D.: Karşılıklı danışmak, sohbet etmek, “feedback” almak, işin belki de en zevkli taraflarından. Sen bana getirip oku dediğinde gurur duyuyorum. Adam
bir şey yazdı ve bana okutuyor
fikri çok güzel.

“Müzik çok garip çünkü sevdiğin şeye saplanıp kalabiliyorsun”

Murat D.: “Yolcu” diye bir kitap aldım yeni. İyi bir kitap olduğunu duydum. Sen yeni bir şey keşfettin mi bu aralar? Senin kitapla uğraşacak zamanın yok tabii.
Hakan G.: En son Şule Gürbüz okudum. “Zamanın Farkında”. Medeni hayatla vedalaşmadan önce son yaptığım işlerden biri buydu. Çok iyi bir yazar. Eğer herhangi bir davranışın neden yapıldığına ilişkin bir düşünceler silsilesi okumak istiyorsan gerçekten çok iyidir.
Murat D.: Mubi diye bir site var. Oradan film seyrediyorum sürekli.
Hakan G.: Ne tür filmler var?
Murat D.: Her şey var. Bir ara bak siteye.
Hakan G.: Bakarım. Çizgi roman var mı yeni?
Murat D.: En son “V for Vendetta”nın Absolute baskısını aldım. Baskısı çok güzel, şimdi onlara bakıyorum. Sayfa sayfa...
Hakan G.: Ne dinliyorsun peki?
Murat D.: Joe Bonamassa’yı biliyor musun? Seversin sen. Tam senin kalemin. Bir de şu yeni hard core gençlik gruplarına daldım. Gitarı perküsyon gibi kullanıyorlar. Bildiğimiz akort sisteminin dışına çıkıyor ve daha çok peslere taşıyorlar sesi, çok iyi işler yapıyorlar.
Hakan G.: Müzik çok garip çünkü sevdiğin şeye saplanıp kalabileceğin bir alan. Onun için böyle 30 yıl da geçse “Pearl Jam dinliyorum” deme ihtimalin yüksek.
Murat D.: Pearl Jam’in “Twenty” belgeselini seyrettim yine. O kadar nahifler ki, müzik dünyasını değiştirecek cinsten.

“Yazıyorum çünkü ne yazacağımı merak ediyorum”

Murat D.: Gitar çalıyor musun?
Hakan G.: Şu ara çalamıyorum ama senden haber bekliyorum. “Otur gitar çalış ve belki sesini duyabiliriz” diyeceğin anı bekliyorum. Ama çalmalıyım çünkü gitarı bulmak için çok uğraştım.
Murat D.: Uygur (Yiğit) besteleri yapacak, biz çalacağız. Çok güzel olacak. Oyun 7 kişilik ve kalabalık bir koro katma planlarım var. 20 kişilik bir oyun haline getirebiliriz. Hep beraber şahane bir şey olabilir. Ama önce sen şu romanı bir tamamla.
Hakan G.: Evet, şimdi eve koşarak gidip devam...
Murat D.: “Az” çevrildi. Feedback geliyor mu?
Hakan G.: Evet, yanlış hatırlamıyorsam 13-14 dil üzerinden gidiyor. Fransa’da kitabı okumuş kişilerle karşılıklı konuşma fırsatım oldu söyleşilere gittiğim zaman.
O ilginçti tabii. “Az”da adı geçen coğrafyalar, hikayeler, insanlar Türkçe okuyanlar için daha bilinen kavramlar. Bu konularda fikri olmayan insanların neler hissedebileceklerini, neler düşünebileceklerini görme fırsatım oldu. Sanat denen bu garip işin büyülü taraflarından biri de bu herhalde; herkes kendi açısından alıyor hikayeyi. En sağlıklısı da bu. Belki de bireysel olarak özgürlüğün temeli de bu. Kimseye hesap vermek zorunda değilsin nasıl algıladığına dair. Kimsenin sana dikte etmesi mümkün değil; bu metni böyle anlayacaksın, bu gösteriyi böyle izleyeceksin... Bir metnin ne kadar farklı algılanabileceğine dair çok iyi örnekler alabiliyorsun çevrildiğinde.
Murat D.: Bir de “Az” bayağı geniş coğrafyada. Doğu Anadolu’dan başlıyor, oradan İstanbul’a geliyor... Yeni kitap nerede geçiyor?
Hakan G.: Şimdilik aklımda geçiyor (gülüyor). İnan bilmiyorum, oturtmaya çalışıyorum. Göreceğiz yani ben de göreceğim. Hollandalı müthiş bir yazar Harry Mulisch. Hatta bir asteroide adını vermişler. Adam “Ben yazıyorum çünkü ne yazacağımı merak ediyorum”
diyor. Temel motivasyon bu:
Ne yapacağını merak etmek...
Murat D.: Bana da sorduklarında “Nasıl olacak bu oyun?” diye “Bilmiyorum” diyorum...
Hakan G.: Biliyorum desem yolda fikir değiştireceğimi biliyorum.
Murat D.: Bilerek çalışanlar da vardır ama herhalde.
Hakan G.: Mutlaka. Bana sorarsan iki tür soyguncu var; biri bankaya girmeden aylar önce plan yapmaya başlayan, bir de bankaya girdikten sonra karar veren... Genellikle akşam haberlerde gördüklerimiz onlar. Ama bazen en büyük vurgunları yapanlar da onlar. Şimdi benim yazı tekniğim, tabii ki hiç edebi bir teknik değil ama, bankaya girdikten sonra soyma planı yapmak. Yoksa kameraların yerleriymiş, veznedarlarmış... Bunlara bakmıyorum. Diğer türlüsü sıkıntılı, onu ben yapamıyorum. Zaten banka soymakla ilgilenseydim kamu yönetimine devam ederdim.
Murat D.: Başlangıçta benim de her şeyi planlayıp yapayım dediğim zamanlar oldu ama bakıyorsun o defterde kalıyor; işlemiyor. Karşında oyuncu gibi bir malzeme olunca seni çok fazla etkiliyor.
Hakan G.: Zaten dikkat edersen en mutlu müzisyenler hangileri?
Murat D.: Cazcılar.
Hakan G.: Mutlu, doğaçlama yapıyor... Çıkıp sahneye, dur bakayım bu enstrümanla galiba bu ses çıkıyormuş deyip o sesin peşinde koşan adamlar yani. Adama versen nota, ısıracak notayı.
Murat D.: Geçen gün blues hakkında bir belgesel seyrettim. Bu tanıdığımız baba blues’cuların hiçbirinin nota bilgisi yok ama klavyeyi çok iyi biliyorlar. Nereden ne ses çıkacağını o kadar iyi biliyor ki gitar artık vücudunun bir parçası.

“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”

Murat Daltaban: “Kürklü Merkür’den kadının biri çıktı, eli ayağı titriyor: ‘Ben oyunu seyrettikten sonra arkadaşlarımla eğlenceye gidecektim; şu halime bakın, bunu bana nasıl yaparsınız’ dedi. Fazla geliyor demek ki...”

“Dot görevini tamamlarsa kapatır gideriz”

Hakan G.: On sene sonra mesela ne yapmayı planlıyorsun Dot’la?
Murat D.: Sana daha önce de söyledim. Dot görevini tamamlarsa kapatır, gideriz. “Tamam, bitti. Yapacağımızı yaptık” der, gideriz yani. Herkes çok çalışıyor, biliyorsun. Şimdi geldiği nokta iyi. Oyuncular belli bir standardı geçti. Hep yeni birilerini dahil etmeye çalışıyorum. Onları yetiştirmeye çalışıyoruz, yetişmeleri için diğerleriyle sürekli zaman geçirmelerini sağlıyoruz. Üç tane yönetmen çıktı; Tuğrul (Tülek), Pınar (Töre), Serkan (Salihoğlu). Oyunlarını çok güzel yönettiler.
Hakan G.: Bunu bir gün mutlaka yapacağım dediğin bir oyun var mı?
Murat D.: “Cleansed” var işte, şu an bir tek onu düşünüyorum, başka bir şey düşünmüyorum...
Hakan G.: Belki de her şey mekanizmayı kurmakla alakalı. Böyle Dot gibi sağlıklı bir mekanizmayı kurduktan sonra her şeyi yapabilirsin muhtemelen.

“Hikaye anlatmaya üç yaşında başlıyorsun”

Hakan G.: Neden düşünmedin tiyatro eğitimini daha erken almayı? Maden mühendisliğine girmiştin...
Murat D.: Sanat her zaman zor bir şeydir, yukardadır hep. Peki sen, sonradan nasıl karar verdin, nasıl başladın?
Hakan G.: Ben yönetecek bir kamu bulamayacağımı anladığımda başladım! Yani bütün duvarlara çarptım kafamı bu işle uğraşmam gerektiğini anlayana kadar.
Murat D.: Evet, öyle bir yerden geçip gidiyorsun. Yoksa çocukluktan itibaren sanatçı olmaya ilgi duymak zor.
Hakan G.: O yüzden diyorum ya genç bir çocuk görünce kaç yaşındasın, “21”, Ne yapıyorsun?, “Tiyatro”, Ne zaman verdin bu kararı? “17 yaşında”. Nasıl eriştin o olgunluğa da böyle bir karar verdin?
Murat D.: Roman yazarları kaç yaşında başlıyor ortalama?
Hakan G.: Şimdi Kafka’yı düşünürsen, ölünce... Yazı yazıyor ama kimseye vermiyor. Aslında hikaye anlatmaya üç yaşında başlıyorsun. “Anne bu vazoyu ben kırmadım, cam açıldı, rüzgardan düştü” dediğinde başlıyorsun hikaye yazmaya.

“Tiyatro kadim sanat duygusunu hep taşıyor”

Hakan G.: İlk konuştuğumuz zamanları hatırlıyorum, Zargana ile ilgili...
Murat D.: Dot’ta ilk seyrettiğin oyun hangisiydi?
Hakan G.: “Shopping and Fucking”.
Murat D.: Bayağı zaman olmuş.
Hakan G.: Tabii. Onlardan ne kadar etkilendiğimi hatırlıyorum. Gösteri biçimi olarak ne kadar farklı bir tür olabildiğini görünce ilk hissettiğim şuydu; bir eve misafirliğe gitmişim ve ev sahipleri birbirine girmiş ve çıkamıyorum oradan. Ayıramıyorum da ve bunu izlemek zorundayım ama işte bu gerçeklik duygusu denen şey. O kadar gerçekti ki... Ve bu sadece ışıkların sönmesiyle başladı ya. Işıklar söndü ve ben o eve girdim.
Bunu görünce haliyle işte kadim sanat böyle bir şey herhalde diyorsun.
Murat D.: Kadim sanat duygusunu hep taşıyor tiyatro. Hiçbir zaman eskimeden, köklü bir şekilde hâlâ var olabilmesi ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Hikayeyi oyuncu vasıtası ile anlatmak muhteşem...

İkili Yemek için Dot’un kafesi Popup’ta buluştu

“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”

Başlangıçlardan pane mozarella, tavuklu börek ve lazanya ile ana yemek olarak bonfile yendi.

“Hiçbir zaman akşam haberleri kadar şiddetli bir şey sahneleyemeyeceksin, ben de yazamayacağım”