03.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
tubakyol@yahoo.com Biz erkeklere tabi olmayan, erkeklerle eşit kadınlar mıyız peki? Çözdük mü yani kadın-erkek meselesini? Bu mesele artık bizim meselemiz değil mi? Birçok kadın "Değil" diyor. Bence "Öyle değil."Bunun üzerine bir arkadaşım "Sen daha yogaya başlamadın mı" dedi, "Ya da pilates yapsan"* * *Uzun zamandır ilişkilerle ilgili düşünmüyorum. İnsanın 10 küsur yıllık bir ilişkisi olunca, artık ilişkiyle ilgili derdi mi olmuyor? Yoo... Bir sürü oluyor. Ama kişisel dertler oluyor bunlar. Arkadaşlarımın çoğunun da ilişkileri yıllanmıştır. Yani artık ilişkilerimizin şekli şemali belli. Beraber olduğumuz erkeklerle "normal koşullar altında" birlikte duracağımız belli. Bu yüzden artık ilişkilerden konuşmuyoruz, erkek dedikodusu yapıyoruz bir araya geldiğimizde. Fakat şu son birkaç haftada bir ilişkinin henüz başlarında olan birkaç kadın dertleşti benimle.Önce anlatılan kavgaları anlamakta güçlük çektim. Ne saçma şeyler bunlar böyle! Fakat söz biraz ilerleyince...Ne tuhaf. Biz yıllar önce ilişkilerimizin başında neler konuşmuş, ne tür arızalarla uğraşmışsak, bugün de hâlâ aynı şeylerle boğuşuyorlar.O en temel mesele ile... "Yoksa bu adam beni 'kullanıyor' mu?" ile...* * *Kadınların hâlâ bir ilişkide en mühim meselesi işte bu. "Kullanılmak" hadisesi... Kullanılmamanın garantisi, kullanılmadığının belgesi ne?Evlilik cüzdanı. Evleneyim, çocuk yapayım gibi bir isteği, şimdilik böyle bir hayat projesi olmayan kadınların bile beraber oldukları erkeğin onları "evlenilecek kadın" olarak görmesine ihtiyaçları var.* * *Bir arkadaşım var mesela, çok güzel. Çok da genç daha. Her ilişkinin başında, hatta genellikle ilk ayında bir evlilik mevzuu açar. Evlenme sözü aldıktan sonra ancak o ilişkiye devam eder. Sonra evlenir mi peki? Hayır. Evlenmek istemiyor ki!Ama ilişki ilerleyip de o evlenmek istemedikçe, onunla evlenmek için maymun olan erkekleri bize seyrettirir mutlaka.Kadının evlenmek istemesi-istememesi değil yani olay. Bazen de evlilik hedef değil. Sadece "kullanılmadığının" dosta düşmana kanıtı olan bir araç.* * *Bize erkeklere tabi olmadığımız, erkeklerle eşit olduğumuz öğretildi. Bize bedenimizin bize ait olduğu öğretildi. Yıllar evvel...Ama bugün kadın hâlâ kendi arzusuyla seviştiği bir erkeğin bedenini "kullandığı" endişesini yaşıyorsa, o beden nasıl ona ait olabilir? Kadın kendi bedenini "mal" gibi görmeye devam ediyorsa, nasıl özgür olabilir?Toplum kadınlardan hala "kullanılmadığının belgesi"ni talep ediyorsa, kadının toplumda "saygın" olması için hâlâ erkeğin onayına ihtiyacı varsa, nasıl "eşit"lik iddia edilir?Kadın-erkek meselesi artık kentli kadının meselesi değilmiş... Onun tek derdi nerede pilates yapsınmış... Kentli kadın bizzat öyle sanıyorsa bile... Öyle değil! Bizi ailelerimiz zorla evlendirmedi. Birlikte olduğumuz erkekleri kendimiz seçtik. Dayak yemiyoruz. Şiddet görürsek de katlanmak zorunda değiliz, ayrılabiliriz. Bu yüzden aile meclisi toplanıp hakkımızda ölüm kararı vermez. Çevremiz bizi dışlamaz. İşten atılmayız. Türkiye'de kadın hakları denince, bir duracaksınız. "Hangi kadınların hakları?" Törenin olduğu yerdeki kadına "Bu beden senin" denir mi? "Git, kendini öldürt" der gibi.Müslümanlık "gereği" türban takan, sosyal hayata ancak "gizlenerek" katılabilen türbanlı kadınlarla türbanın ayrımcılık simgesi olduğunu tartışmanın zamanı mı, türban yasakları sürerken? Hele Emine Erdoğan'ın türbanıyla ilgili kararı Tayyip Erdoğan'ın vermesinin beklendiği, Erdoğan'a "Karın türbanını çıkarsın" denebildiği bir dönemde. Bülent Arınç'ın da dediği gibi: "Ne zannediyorsunuz? Türbanlı kadın köle mi?"Peki ekonomik gücü, belli çerçevede özgürlüğü olan kadınlar, kadın olmaktan dolayı eşitsizliğe maruz kalmıyorlar mı? Ucunda ölüm yok, şiddet yok, eğitik hakları ellerinden alınmış değil. Kim takar onların sorunlarını... Onlar şimdilik yoga falan yapsınlar, değil mi? Yok, birileri bu kadınlara "Bu beden senin" demeli. "Kadınlara mahsus" Pazartesi dergisinin son sayısının başlığı ne peki? "Bedenimiz Bizimdir!" Töre kurbanı kadın, türbanlı kadın... Kim takar pilatesçiyi Şiddet kadına da uygulansa suç, çocuğa da... Ve tabii erkeğe de! Şiddetin kendisi suç. Köyde de suç, kentte de suç. Güneydoğu'da töreye, kan davasına şiddeti kural haline getirdiği, onayladığı, yücelttiği için nasıl karşıysak, kentte de şiddete karşıyız.Değil miyiz?Anlamadım ki...Haşmet Babaoğlu nasıl bir problemi şiddetle çözmeye kalkar diye şaşırırken, buna maruz kalan Ahmet Hakan'la Mansur Forutan'ın ilk yazılarındaki tepkilerini görünce daha çok şaşırdım. Hakan da, Forutan da yeterince şiddete maruz kalamamaktan şikayetçi gibiydiler. "Dövemedi ki, acımadı ki..." tadındaydı ilk yazılar. Babaoğlu kollarını tutan var mı diye etrafına bakıyormuş; mekan basamamış, basar gibi yapmış; sokak çocukluğu üzerinde sakil duruyormuş...Yok bir de sakil durmasa mıydı yani?Neyse ki sonraki yazılarında Ahmet Hakan nihayet şiddetin kötü bir şey olduğuna karar verdi. Bu kez de Hıncal Uluç "uğruna kavga edecek bir şeyi olduğu için" Babaoğlu'na övgüler düzdü.Uğruna kavga edilen de bir kadın. Ki o kadın, ben hakikaten inanmıyorum, uğruna kavga edildiği için gurur duyuyor olsun.Ama ne bileyim, Türkiye'de yeni nesil kentli kadınlar bile hâlâ sahiplenilme derdindeyse, uğruna kavga edilmesiyle gurur duyuyorlarsa şaşırmayacağım. Türkiye bu "tabloyla" gurur duysun. Ben de gidip yogaya başlayayım. Kadın, uğruna kavga eden erkekle gurur mu duyar? Türkiye'de töre cinayetleri yeni değil, çok eski bir konu. Kadına karşı şiddet de yeni değil, çok eski. Ancak son yıllarda medya bu konuların üzerine acayip gidiyor. Eskiden haberimiz olmayan şeyleri artık duyuyoruz. Çünkü kadın dernekleri bu konularda çok iyi çalışıyor. Kadına karşı şiddetin önlenmesiyle ilgili projeler yapılıyor, bu projelere paralar bulunuyor. Ve en sonunda kadın derneklerinin bastırması sonucu "kadına karşı şiddetin önlenmesi" bir devlet politikası haline geldi. Başbakan bu yönde bir genelge imzaladı. Artık devlet de bu mücadelenin bir parçası. Erdoğan'a pek sık teşekkür etmiyoruz "icraatlarından" ötürü.Teşekkür ederiz.Ah bir de bu kadar sık "Bekara karı boşamak kolay" demese...Tamam, atasözü bu. Cümlenin tam karşılığını kastetmiyor, başka bir şey söylüyor. Yine de kocasının ağzından bu cümleyi duyduğunda Emine hanım ne hissediyordur acaba diye düşünüyorum ben. Bir de Tayyip Erdoğan'a, cumhurbaşkanı olmak istiyorsa eğer eşinin başını açması gerektiğinin söylendiği, yakında eşini boşamasını önerenlerin de çıkabileceği bir zamanda...Babam bunu bu kadar sık söylese, annem kızardı herhalde. "Sana da karı boşamak kolay. Zor diye boşamıyorsan, boşanalım" falan derdi. Emine hanım "Evliye de karı boşamak kolay Tayyip bey, önden buyrun" diye kızmıyor mu?Eskiden karı boşamak zormuş, koca boşamak diye bir şey zaten hiç yokmuş diye bu atasözü böyle yerleşmiş. Şimdi Emine hanım yeri geldiği bir zaman bu atasözünü değiştirse, "Bekara koca boşamak kolay!" dese... Tayyip beyin hoşuna gider mi? "Evliye de karı boşamak kolay Tayyip bey"