Pazar"Annem çok az şey öğretti, babam hiçbir şey öğretmedi"

"Annem çok az şey öğretti, babam hiçbir şey öğretmedi"

23.06.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Annem çok az şey öğretti, babam hiçbir şey öğretmedi"

Annem çok az şey öğretti, babam hiçbir şey öğretmedi





Sezen Aksu’nun bu yazki (nefis) konserlerini izleyenler onu hemen tanıyacak. Bir vokalist bir an tali konumundan büyük bir gürültü ile soyunuyor. Koca davula vura vura öne çıktığında gümbür gümbür şu sloganı atıyor sanki:
Bütün iktidar kadınlara!
"Ayaklar iki yana açılmış, boyundan asılı davul, elde tokmakla bir kadın" Sezen Aksu şovlarının önemli bir öğesi oldu epeydir. Aksu, davulcu kadının feminist çağrışımının farkında olmalı. Bunu davulcu kız Zeynep Casalini de onaylıyor.
Ama Zeynep’in nasıl bir kadın olduğunu asıl "Şımarık"ın İngilizce versiyonunu söyler, belinde zilli bir yemeni, göbek atarken görüyoruz. "Bir Yıldız Doğuyor" diyeceğim ama Zeynep dokuz yıldır zaten şarkı söyleyip duruyormuş. Biz onu Sezen Aksu konserinde tanıdık.
Zeynep, sadece tavizsiz sanat anlayışı ve siyasi görüşleriyle değil gözlerinin güzelliğiyle de Türkiye sahnelerinin şahane kadını olan Deniz Türkali’nin kızı. Ve bu röportajda da anlıyoruz ki belki de en iyi arkadaşı.

Epeydir şarkı söylüyormuşsunuz ama biz sizi Sezen Aksu ile tanıdık. Umutsuzluk mu acaba sizin çıkışınızı geciktirdi?
Zeynep Casalini: Hayır, ben öyle "Aman, hemen bir albüm yapayım da sevenlerime ulaşayım" demedim. Çünkü ben Deniz Türkali’nin kızıyım, sükse yapmak gibi bir amacım olamaz, çünkü zaten kendi çevremde çok sükseliyim. Kitleler beni sevsin diye bir derdim olmadı. Albüm yapmak zor bir şey değil, yapılır yani. Böyle bilinçli bir şekilde büyüdüğün zaman sanat anlamında çok fazla takılmıyorsun böyle şeylere. Söylesem ben Sezen’e hemen bana bir albüm yapar.

Şöhret sizi heyecanlandırmıyor mu?
Z.C.: Niye heyecanlandırsın? Ben zaten çocukluğundan beri Türkan Şoray ile aynı evde bulunan, Sezen Aksu’yu yedi- sekiz yaşından beri tanıyan bir insanım ve şöhretin zor bir şey olduğunu biliyorum. Mesela ben sokakta çok lanet biriyimdir. Şöhret olursam, tanınırsam, insanlar "Bak, ne kadar lanet, burnu kalktı" derler. Halbuki ben hep araba kullanırken bağırırım çağırırım.

Hızlı mı kullanırsınız arabayı?
Z.C.: Evet, çok hızlı kullanırım.

Babanızdan mı öğrendiniz? İtalyanlar da hızlı araba kullanmayı severler ya.
Z.C. Ben babamı hayatımda toplam beş- altı kere gördüğüm için Allah’a şükürler olsun ki babamdan hiçbir şey öğrenmedim.
Deniz Türkali: Hiç öyle bir şey deme. Çünkü Zeynep tuhaf bir şekilde babasına benziyor.

Tam da Zeynep şöhret olurken: Siz şöhretinizi nasıl oldu da belli sınırlar içinde tutmayı başardınız, Deniz? Güzellikse güzellik, yetenekse yetenek...
D.T.: Star olunca bir insan, herkesin onu sevmesi gerekiyor. Ben ise beni herkesin değil tercih ettiklerimin sevmesi üzerine kurdum hayatımı.

Herkesin sizi sevmesi için standartları düşürmek mi gerekirdi?
D.T.: Böyle demeyelim ama ben çoğunluğa göre yaşamaktan hiç hoşlanmadım. Ben nasıl büyük çoğunluğun sevgisini kazanabilirdim ki? Her zaman muhalifim.

Muhaliflik babanız Vedat Türkali’den devraldığınız bir şey mi?
D.T.: Evet, bir komünistin kızıyım.

Sahiden ilk ne zaman genel ideolojiden koptuğunuzu hissettiniz?
D.T.: Ben galiba kopuk doğmuşum. Komünist bir ailenin kızı olmak beni dünyaya herkesin kabul edebileceği bir insan olarak sunmadı. Ben bir kara civcivdim. Şimdi bile beni çoğunluğun kararları altında yaşıyor olmak bunaltıyor.

Anneniz de komünist miydi?
D.T.: Tabii, tabii.

"Sonuçta sokak kadını oldum. Özgürlük sokakta"
Siz Türkiye’nin ilk "feministim" diyen kadınlarındansınız. Feminizme sosyalizm üzerinden mi ulaştınız?
D.T.: Ben bile geç feminist sayılırım. Aslında hayatıma baktığımda "Bilmeden feministmişim" diyorum ama bunu ifade etmek zaman aldı. Çok iyi hatırlıyorum, küçüktüm, anneannem, rahmetli köfte yapıyordu, bir yandan da "Bak, Denizciğim, durmadan bale yapıp şarkı söyleyerek, kitap okuyarak olmaz, büyüyecek, evleneceksin, ev kadını olacaksın" diyordu. Ben de "Hayır" dedim, "ev kadını olmayacağım." Anneannem bir tokat aşketti, "Sokak kadını mı olacaksın?" diye. Evet, sonuç olarak sokak kadını oldum. Özgürlük sokaklarda.

Ama siz sosyalist feministsiniz, tatlı su feministi değil, değil mi?
D.T.: Sonraları sosyalizmle feminizmin pek de bir arada olamayacağını anladım aslında. Anarşizan biriyim galiba. Bu kadar.

Babacı bir kız mıydınız?
D.T.: Hayır. Büyükbabacı diyebilirsiniz. Büyükbabam hayatta en sevdiğim insandı.

Hayır, siz de mesela yine önemli komünistlerden Mehmet Ali Aybar’ın kızı Güllü Aybar gibi toplumcu olmak yerine sosyetik olmayı tercih edebelirdiniz.
D.T.: Evet, ben babam hapisteyken hep babamın yanında durdum ve etkilendim.
Ama babam hapisten çıkar çıkmaz da babama karşı durmak zorunda kaldım. Bu hakikaten yapısal bir şey herhalde.

Peki, Zeynep’in sizden neler aldığını düşünüyorsunuz?
D.T.: Şahane bir ses. (Gülüyor) Bilmiyorum, ona sorun.

Zeynep Casalini, Deniz Türkali’den ne almıştır?
Z.C.: Aslında onun muhalif tarafı bende de bulunuyor ama farklı farklı zamanlarda nüksediyor. Ama maalesef çok fazla annemden aldığım bir şey yok. Çünkü o çok umutludur, hayat doludur. Bense hep melankolik, matem durumunda. Annem hep "Bıktım sana umut vermekten, bir daha da vermeyeceğim" der. Ama o umut onda bitmez, bunu biliyorum.

Deniz, hem sanatçı hem politik bir kadının çocuk büyütmesi zor olmadı mı?
D.T.: Ben Zeynep’e çocukluğunda şunu söyledim: "Zeynepçiğim, günün birinde ben sana eğer, ‘Şunu yapacaktım da, senin yüzünden yapmadım’ dersem ya bunadım ya da düpedüz yalan söylüyorum. Senin varlığın bana yapacağım işlerde güç verdi." Hiçbir şeyden vazgeçmedim Zeyno yüzünden.
Z.C.: Ama ben hakikaten çok iyi bir çocuktum. Biliyorum kendimi. Zorlandığım dönemler oldu. Annem sürekli yoktu sonuç olarak. Hâlâ "Beni bıraktın, gittin" derim.
D.T.: Şu kadar umrumun ucu değil, o ayrı. (Gülüyor)
Z.C.: Kendi ayaklarım üzerinde her şeyi yapmak zorundaydım. Tamam çocuğun annesini yanında istemesi çok anlaşılır bir şey ama onu aştığı anda da hayatta yırtıyor.

Demin Zeynep, "Kraliçe Sezen" dedi ya, siz de Cihangir’deki entelektüellerin, Yıldırım Türker’lerin, Murat Çelikkan’ların filan kraliçesisiniz. "Cihangir Kraliçesi".
D.T.: Sahi mi? Harika. Şimdi gidip hepsine haddini bildireceğim. Benim hayattaki en büyük servetim dostlarım, arkadaşlarımdır. Zeynep de o dostlara dahil.

Atıf Yılmaz gibi kadın filmlerinin...
D.T.: Unutulmaz yönetmeni... Hatta kralı diyelim. Bugün de asalet dağıtıyoruz.

Evet, Deniz, onun hayat arkadaşısınız, o ise gidiyor, rolleri başkasına veriyor.
D.T.: Olay çıkarmadım ama istediğim roller oldu. Ama ben Atıf Yılmaz’a aşık olduğum için onunla bir arada yaşadım. O aşkı zedelemek istemedim.

Sezen Aksu ile nasıl tanıştınız, Deniz?
D.T.: Çok enteresan. Ben Hayat Dergisi’nde çalışıyorum o zaman. Sezen yeni Sezen Aksu olmuş. Röportaja gittim. Sezen bana "Ben seni tanıyorum" dedi. "Bundan 10 sene önce sen Erol Toy’un evindeydin" dedi. Erol Toy’un kız kardeşi benim yakın arkadaşımdır. Erol Toy da Sezen’in akrabası. "Ben küçüktüm, sen de Londra’da tiyatro öğrencisiydin. Ve uzun saçlıydın" dedi. "Bütün bir gün ben dizinin dibine oturup hayranlıkla seni seyrettim ve anneme, ‘Anne, bak, hem tiyatrocu hem namuslu, ne olur ben de tiyatro yapayım’ dedim" dedi.
Z.C.: Ay, canım benim.
D.T.: Bunu hatırladı. Benim için Sezen hazinemdekilerden biridir. Bir de Sezen "Minik Serçe" diye bir film yapmıştı. Onun senaryosunu da ben yazdım. "A star is born" (Bir Yıldız Doğuyor) kitabından uyarlayıp.

"Ay, canım" reaksiyonunuza bakarsak Sezen Aksu’yu çok seviyorsunuz, Zeynep.
Z.C.: Tabii. Bazen ağlıyorum sahnede. Biz vokalistler bazen birbirimize "Bak, yine yaptı, bak, nasıl söyledi" diyoruz ağlayarak.
D.T.: Ama Sezen şarkıcı değil ki, bir sanatçı. Ve bir şair.

Sezen hem herkesçe sevilip hem de kendini çoğunluğa yönettirmemeyi başardı, değil mi?
D.T.: Şöhret iktidar getirir. Ama iktidar, insan o iktidara talip olursa iktidar oluyor. Sezen bu iktidara talip olmadı.

"Erkek olsam kesinlikle gay olurdum"
Geçen hafta Londra’daydınız. İngilizler sevdi mi Sezen’i?
D.T.: Güler Sabancı da konserdeydi. Bir İngiliz feci, huşu içinde dinliyormuş Sezen’i. Güler sormuş, "Anlıyor musun?" diye. "Not necessary" (Gerekli değil) demiş. Sezen’den sahnede öyle bir güç yansıyor ki, çok az insanda gördüm. Bir kere Leyla Gencer’de görmüştüm. Daha eteği göründü, yetti.

19 yaşında evlenmişsiniz Zeynep. Çok erken değil miydi?
Z.C.: Bunu konuşmayacağız.

Peki, Zeynep’in küçük kızıyla ilişkiniz nasıl? Bu kadar güçlü ve faal iki kadınla zorlanmıyor mu o küçücük kız?
D.T.: O bizden daha güçlü.

Sizin çevreniz biraz da bir kadınlar kolonisi gibi, değil mi?
D.T.: Evet, ben kadınları her zaman daha ilgi çekici bulurum. Erkekler biraz sığca.

Erkekler hep kendilerini kanıtlamak zorunda oldukları için büyümüyorlar, değil mi?
D.T.: Evet, hep sekiz yaşındalar. Çok zor erkek olmak. Şu dünyaya bir milyon defa gelsem, bir keresinde merak etmem erkek olmayı. Ve erkek olsam kesin gay olurdum.

"Şımarık"ı söylerken şarkıyı iyi hissediyorsunuz galiba. Çünkü çok güzel dans ediyorsunuz bir yandan da.
Z.C.: Aslında kelimelere dökersek şarkının İngilizce sözleri felaket bir şey: "Don’t mess around with me in the back of your car" (Arabanın arka koltuğunda benimle oynama). "Ben bunu nasıl söylerim?" diyorum, sonra da "Devam et" diyorum. Beste güzel ama sözler beni anlatmıyor.

Siz söylediğinizde anladım ki bu bir kadın şarkısı.
Z.C.: Ama Sezen "Şımarık"ı söylememi istediğinde "Bu oryantal bir şarkı, benim sesim, tarzım daha Avrupai" dedim. Sezen, "Hayır, bunu söyleyeceksin" dedi. Eh, kraliçeye hayır denir mi, kellesi uçar söyleyenin.

Oryantal istemiyorsunuz ama müthiş göbek atıyorsunuz.
Z.C.: Ben de bilmiyordum bu kadar iyi göbek attığımı. O yemeniyi belime bağlayınca otomatik olarak oynamaya başladım. "Hadi" dedim, "Yürü o zaman".

Deniz, siz göbek atar mısınız?
D.T.: Bilirim ama oynamam. Dansı severim ama göbek atmayı sevmem.

Sezen Aksu kadınlara davul çaldırıyor. Davul çok yakışıyor kadınlara, değil mi?
D.T.: Çok güzel değil mi?
Z.C.: Çünkü davul çok "powerful", çok güçlü bir enstrüman. İktidar katıyor kadına.

Sezen Aksu’yu bu kadar zamandır tanıyorsunuz. Neden size ancak sıra geldi?
Z.C.: Ben gururluyumdur. Sezen’e söyleyemezdim. En son Ajda Pekkan’a vokal yapmıştım. Daha sonra bir grup kurmuştuk. Türkçe söylememeye, vokal yapmamaya karar vermiştim artık. Sonra gerçi iş bulamayacağım için Türkçe söylemeye başladım yine. Ama Sezen bana telefonda kendisine vokal yapmamı teklif ettiğinde, ilk o zaman zaten sevinçten göbek atmaya başladım. Sonra gittim, provada şarkı söyletti bana. Ağladı. Ağlayınca, "Tamam, bu iş oldu" dedim.

Zeynep, siz tam bir sahne hayvanısınız. Agresif, sert. Bu kimden?
D.T.: Bu laf Zeynep’e çok iyi uyuyor, "sahne hayvanı".
Z.C.: Bilmiyorum, sahnede hep arka plandayım, sonra sıram geliyor, o üç-dört dakika orası benim artık. Bundan daha güzel, daha heyecanlı bir şey olabilir mi?