Aziz Müminler!
Hicretin sekizinci yılıydı. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ve sahâbe-i kirâm, hüzünle ayrılmak zorunda kaldıkları vatanlarına kavuşmak ve Kâbe’yi putlardan arındırmak amacıyla Mekke’ye doğru sefere çıktılar. Fetih hazırlıklarının ardından İslam ordusu Mekke’ye girdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), büyük bir tevazu içinde Rabbine hamdederek Kâbe’ye yöneldi; Beytullah’ı tavaf etti, iki rekât namaz kıldı. Sonra da Kâbe’nin merdivenlerine çıkarak, “Hamd Mekke’nin fethine dair vaadini yerine getiren, kuluna yardım eden ve düşman topluluklarını tek başına yenilgiye uğratan Allah’a mahsustur.”[1] dedi. Mekke halkı ise Kâbe’nin etrafında toplanmış, endişe ve korkuyla Allah Resûlü (s.a.s)’in kendileri için vereceği kararı beklemekteydi. Rahmet Elçisi (s.a.s), kendisini bekleyen kalabalığa doğru şefkat ve merhametle şöyle seslendi
“Tıpkı Hz. Yûsuf gibi ben de sizlere, لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ ‘Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ diyorum. Gidebilirsiniz, hepiniz serbestsiniz.”[2]