MimarlıkKütüphanelerin Evrimi

Kütüphanelerin Evrimi

01.01.2024 - 04:21 | Son Güncellenme:

Kitaplar ve onlar için tasarlanan yapılar tarih süresince birbirlerine çok yakın bir gelişim sergiledi. Kitapların üretimi, korunması, saklanması ve okurla buluşması teknolojinin olanaklarıyla birlikte sürekli biçim değiştirirken, kütüphane yapıları da bu gelişime ayak uydurarak evrimini sürdürdü. Günümüzde kütüphane yapıları insanları bir araya getiren kamusal bir mekan ve kültürel bir simge olarak eskisinden çok daha büyük bir önem taşıyor.

Kütüphanelerin Evrimi

Yasemin Şener, Mimar- Herşey, isanoğlunun bilgiyi depolamak ve kendisinden sonraki nesillere aktarmak arzusuyla ve ilk önce kil tabletlerle başladı. Ardından papirüs ve parşömen kağıtları, sonra da, tekstil ürünlerinden yapılan kağıtlar geliştirildi. Bu içgörü zamanla hiç azalmadı, aksine artarak devam etti ve Doğu’da blok baskı sisteminin, Batı’da ise mekanik baskı teknolojisinin geliştirilmesini sağladı. Günümüzde ise dijital teknolojinin gelişimiyle bilginin depolanması ve erişimi akıl almaz bir hızla biçim değiştirdi. İlk kitapların elle üretildiği dönemlerde henüz kütüphane yapıları yoktu, kitaplar (tabletler) kutularda veya sandıklarda saklanıyordu. Erken dönem kütüphanelerinde ise kitaplar üst üste istifleniyor ve ancak kürsülerde okunabiliyordu. Kitaplar o kadar değerliydi ki, hırsızlara karşı güvenlik önlemi olarak zincirlerle bulundukları raflara bağlanıyordu. Dolayısıyla kütüphane yapısının ve verdiği hizmetin en önemli belirleyicisi güvenlik unsuruydu ve bu kütüphanelerde okuma ancak ayakta yapılabiliyordu. Cambridge’deki Hereford Cathedral, Wells Cathedral ve Trinity Hall ile Sorbonne ve Leyden Üniversite kütüphaneleri, zincirli kütüphanelerin tarihteki en mükemmel örnekleri olarak bilinir. Kütüphanelerin belki de en temel fonksiyonlarından biri kitapları nem, sıcaklık ve gün ışığının fiziksel etkilerinden ve kemirgenler ile böceklerin saldırılarından korumaktır. Nitekim fareler kitapların arasını kendilerine yuva yapmak için kullanmaya, her türlü böcek ve haşerat ise kağıt, nişasta, tutkal ve deriye musallat olmaya bayılır. Farelerin ve böceklerin kitaplara verebileceği zararın boyutlarını tahayyül etmek zordur. Öyle ki, 18. yüzyılda Portekiz’deki Coimbra ve Mafra kütüphanelerinin personeli gece uyanıp böcekleri avlamaları için yarasa kolonilerinin kış gecelerinde kütüphane içinde misafir etmek zorunda kalırlardı. Personelin kütüphanede sabah yaptıkları ilk iş yarasa dışkılarını süpürmekti. Kütüphane yapılarını, bilgiyi koruyan, depolayan ve kataloglayan sistemler olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz. Hedeflerinin yalnızca kitapları bir çatı altında toplamaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumlar için güç ve statü sembolü oldukları da rahatlıkla söylenebilir. Öğrenmenin ve başarının mimari yansımaları olan kütüphanelerin tarihte güç ve statü nosyonunu en etkileyici biçimde kullanan örnekleri Barok ve Rokoko tarzında inşa edilen Avrupalı kütüphanelerdir. Teyatral görünümleri ve sarayları andıran tasarımlarıyla sanatı ve bilimi kutsayan bu mekanlar, etkileyici mimarilerine rağmen aslında kitap okumak için planlanmış yapılar değildir. Ziyaretçiler kitapları alır ve kütüphane dışında farklı bir yerde okurlar. Yani, o dönemdeki anlayışa göre kütüphane yapısı, okura değil, içinde yer alan kitaplara biçilen değerin bir göstergesidir. Bir dönem Batı kültürü için eğitim ve öğretimin en önemli merkezleri olarak kabul edilen Ortaçağ manastır kütüphaneleri, dünyadaki tüm bilgiyi tek bir çatı altında depolamayı hedefleyen girişimlerdi. Oysa kendi döneminin en büyükleri olan bu tarihi kütüphanelerin arşivleri bugünün bakış açısıyla bir hayli sınırlıydı. Örneğin, 1338 yılında Paris’teki Sorbonne Kütüphanesi’nde kayıtlı bulunan kitap sayısı 1728 iken, bunun sadece 338 adedi okurlarla paylaşılabiliyordu. Kütüphanelerin mekansal evrimi Başka bir görüşe göre ise bir bina tipolojisi olarak kütüphane, 16.yüzyıl sonrası rasyonalist düşüncenin gelişimiyle ortaya çıktı. MS. 3.yüzyılda Ptolemeios Hanedanı tarafından kurulan İskenderiye Kütüphanesi, yaklaşık 700 bin papirüs tomarlık koleksiyonu ile uygarlık tarihinin en önemli yapılarından biri olmasına karşın, sadece sınırlı sayıda ayrıcalıklı okuyucuya hizmet etmesi ve formel okuma salonlarının bulunmaması nedeniyle bugünkü anlayışa uygun nitelikte ‘gerçek’ bir kütüphane olarak kabul edilemez. Rönesans döneminde matbaa makinesinin yaygınlaşmasıyla ucuzlayan kitaplar yalnız kütüphanelerdeki güvenlik anlayışını değil, mekansal yapıyı da önemli ölçüde etkiledi. Cilt ve kitap süsleme bir zanaat olarak gelişirken, kitaplar kıymetli ve görülmeye değer birer nesne statüsüne yükseldi. Kütüphanelerin okuma salonlarının iç mekan düzenlemeleri de buna paralel olarak farklılaştı ve merkezileşerek ana toplanma mekanı niteliğini kazandı. Merkezi okuma salonlu plan şemasının ilk kez uygulandığı kütüphanelerdan biri de Oxford Üniversitesi’nin 1602’de kullanıma açılan Bodleian Kütüphanesi’dir. 19. yüzyıla kadar genellikle kütüphane ve müze fonksiyonları aynı bina içinde çözülürken, müze ve galeri binalarının sergileme için doğal aydınlatma gereksinimi 19. yüzyıl başlarında bu iki bina tipolojisini birbirinden ayıran en önemli etken oldu. Avrupa ve ABD’de kütüphane, eğitim için öncelikle desteklenmesi gereken bir kurum olarak kabul gördü ve kent yöneticileri ile yerel vakıfların olanaklarıyla yeni sanayi kentlerinde çok sayıda kütüphane yapısı inşa edildi. 18.yüzyılda geliştirilen ve olgunlaştırılan kütüphane plan şeması, 20.yüzyılın başına kadar değiştirilmeden tekrar etti. 1868 Paris Ulusal Kütüphanesi’nde dökme demir konstrüksiyonun kullanılması, yüzyıl başında öncü Amerikan kütüphanelerinde nem, ısı ve havalandırmanın çok yönlü denetimi ile kitap stoklarının güvenliğinin iyileştirilmesi gibi belirli ilerlemeler gerçekleştirse de, kütüphanelerdeki en önemli mimari gelişimler 1930’larda oldu. Bu dönemde katı planlama anlayışı terk edilirken, daha akıcı işlevler için akıcı mekanlar tasarlamak modern kütüphanelerin mottosu haline geldi.

Haberin Devamı

Kullanıcı odaklı tasarıma doğru…

Geçmişin biçimsel yaklaşımlarının ve işlevsel kalıplarının yerlerini yeni düzenlemelere bıraktığı 20.yüzyılda okuma odasının belirleyici anıtsal etkisi ve plan kurgusundaki yeri yeniden yorumlandı ve kitap rafları ile çalışma ve okuma bölümleri ayrımı kesinliğini kaybetti. Kütüphane, eşitlikçi anlayış içinde daha açık ve daha demokratik kamusal bir alana dönüştü. Kullanıcı odaklı tasarım yaklaşımı ile esnek, rahat ve işlevsel mekanlar yaratılmaya başlandı. Kütüphane materyalleri bilgi işlem teknolojileri sayesinde çok daha kolay erişilebilir hale geldi. Böylece kütüphane yapıları önceki yüzyıllarda olduğu gibi özel, ayrıcalıklı kullanıcılar dışında toplumun geneline açık olmayan mekanlardan, tamamen kamusal, herkese eşit olanak sağlayan birer sosyal alanlara ve toplu kullanım mekanlarına dönüşmeye başladı. Kütüphane yapıları, 20. yüzyılın sonlarında nitelik ve nicelik açısından önemli bir mimari sıçrama yaşadı. Londra’da Will Alsop ve David Adjaye tarafından tasarlanan Peckham ve Whitechapel’de, Mashe Safdie ve Rem Koolhas’ın ise Vancouver ve Seattle’da tasarladıkları halk kütüphanelerinde çağdaş mimari çözümler ortaya çıktı. Paris’te Dominique Perrault ve İskenderiye’de Snohetta’nın tasarladığı ulusal kütüphaneler de mimarlık dünyasında büyük heyecanlar yaratan yapılar oldu. 21. yüzyılın başından itibaren devingen ve çoğulcu ortak yaşam alanları, kamusal mekanları, ilgi çekici mimarisi ve gündelik yaşam ritüellerini temsil eden iç mekan kaliteleri olan kütüphaneler inşa edilmeye başlandı. İngiltere’de Bennetts Associates tasarımı Brighton Halk Kütüphanesi ile Patkau Architects imzalı Montreal Halk Kütüphanesi bu yeni anlayışın en iyi örnekleriydi. Kütüphanelerin değişen toplumsal koşullar ve gelişen teknolojiler karşısında kendini yeniden tanımlayan tasarımlarında ortak noktaların, bina kurgusu ile birlikte, düşünmeye ve alınan bilgiyi yansıtmaya davet eden çalışma alanları ve toplanma mekanları oluşturması, bilgi değişimini cesaretlendirecek mekansal farklılaşmalar yaratması olduğu söylenebilir. Artık dış dünyadan soyutlanmış sessiz kütüphane anlayışına karşı çoğulcu ve kentsel yaşam niteliklerine gönderme yapan kütüphane mekanları daha çok kabul görüyor. Bilgi teknolojileri ve elektronik medyanın yaygınlaşması ile kütüphanelerin artık bir bina tipolojisi olarak ortadan kalkacağını öngören düşüncelerin, bu yapıların anlam ve temsil boyutunu gözden kaçırdığı artık çok açık. Kütüphaneler, yalnızca kitap depolanan ve okunan yerler olmanın ötesinde, insanların bir araya geldiği, buluştuğu ve kentlerin aşırı ticarileşmesinden kurtulmayı başarmış kamusal bir mekan ve kültürel bir simge olarak çok büyük önem taşıyor. Kütüphanelerin özgün bir bina tipolojisi olarak özellikle kapitalizmin yarattığı tüketim toplumlarında üstlendiği rol, kamusal alan, toplumsal yaşam ve buluşma alanları gibi işlevler gelecekte de kütüphanelerin evriminin süreceğine işaret ediyor.

Haberin Devamı
1/10

2/10

3/10

4/10

5/10

6/10

7/10

8/10

9/10

10/10

1-2. Beyazıt Kütüphanesi Renovasyonu, Tabanlıoğlu Mimarlık.

Haberin Devamı

3.Aga Khan Mimarlık Ödüllü İskenderiye Kütüphanesi, Snohetta.

Haberin Devamı

4.Tianjin Binhai Library, MVRDV.

5.Tokyo Musashino Art University Museum and Library, Sou Fujimoto.

6.Seattle Central Library, Rem Koolhaas.

7-8. The Royal Library, Kopenhag, Schmidt Hammer Lassen Architects.

9-10. Stuttgart Şehir Kütüphanesi, Yi Architects.