Cadde‘Terziliğimle gurur duyarım’

‘Terziliğimle gurur duyarım’

06.04.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bir valiz ile geldiğim İstanbul’da başıma kuş pisleyince kısmet olarak algıladım. Cebimdeki tüm parayı kiraya yatırdım. Benimkisi büyük maceraydı.

‘Terziliğimle gurur duyarım’

Yıldırım'ın çeyiz sandığından
‘Terziliğimle gurur duyarım’

Bir valiz ile geldiğim İstanbul’da başıma kuş pisleyince kısmet olarak algıladım. Cebimdeki tüm parayı kiraya yatırdım. Benimkisi büyük maceraydı.

ıldırım Mayruk ile Sarıyer tepelerindeki muhteşem malikanesinde konuştum. Mütevazılık örneği gösterip ‘gecekondu’ dese de ev adeta saray yavrusu. Dışı da doyulmaz Boğaz manzarası ile cennetten bir köşe. İnsan bu evle ve içindekilerle huzur buluyor. Saat 20.30’da başlayan röportajımız, kısa aralarla 04.00’e kadar sürdü. Röportaj süresince kahrımızı çeken, yemekleri hazırlayan, çay götürüp kahve taşıyan, tatlılar yapan Mayruk’un yardımcısı Selma’ya da teşekkür etmeliyim. Evet, buyrun efendim. Bakalım bu röportajdan benim aldığım lezzeti sizler de alabilecek misiniz?

ŞD-Yıldırım Mayruk’u biraz tanıyalım.
YM-Asker çocuğuyum. Bursa’da doğdum. Babam Ispartalı, annem Giresun Şebinkarahisarlı. Dünyaya geldiğimde babam 60 yaşında bir subay emeklisiydi. Terzi atölyesine sahip bir evde doğmuşum. Çünkü ablam terziydi
ve bu mesleğe hevesim ilkokulda maket yaparak başladı. İlk elbisemi 13-14 yaşlarında diktim. Lise 2’deydim, tabii yardım da aldım. Ama ilkokuldan beri herkes, özellikle de annem terzi olmama karşıydı. Nazlı büyütüldüğüm için
annem terzilik mesleğinde üzüleceğimi düşünerek istemezdi. Daha sonra anneme biri ekose, diğeri çizgili kumaştan iki tayyör diktim. Dikkatiniz çekerim, ekose ve çizgili kumaştan elbise dikmek çok zordur. Annem hiç kusur bulamayıp bunları ziyaretlere giyince talep arttı. Yaz aylarında ablamla Uludağ’a giderdim. Bir gün bir bayan Beyoğlu’nda atölye açma teklifinde bulundu, ne kadar ciddiydi bilemem. Bu arada bütün model mecmualarını takip eder, ünlülere koleksiyonlar çizip gönderirdim. Onlardan da bana imzalı fotoğraflar gelirdi. Bu sayede ilk kapımı çalan Gönül Yazar oldu. Arkasından Müzeyyen Senar ve Hamiyet Yüceses geldi. Ama askere gidince izimi kaybettiler. 1960 yıllarında, askerden döndükten sonra, bijuteri mağazası olan bir dostumun da desteğiyle Çiçek Pasajı’nın karşısındaki çatı katını atölye olarak tuttum. Elimde, avucumda ne varsa buraya yatırdım. 6 ay beni idare edecek param vardı. İşler ters giderse devamını getiremezdim. Yani benimki maceraydı ama kendime güveniyordum. Kontratı yaptığım gün başıma
kuş pisledi. Bunu şans olarak gördüm. Yeni atölyemde ilk işim Figen Arman’a oldu. Bir tayyördü. Bana şans getirdi. Ardından da rahmetli
Mine Mutlu adımın gazino dünyasında duyulmasına yardımcı oldu. Çünkü
Mutlu o sırada stardı. Çok sevdiğim bir insandı. Toprağını sevsin.

ŞD-Babanız, sizin terzi olmanıza nasıl tepki gösterdi?
YM-Babam memur olmamıza karşıydı. Zaten ben terzi olmaya karar verdiğimde babam vefat etmişti.
11 yaşındaydım.

ŞD-Ne gibi zorluklarla karşılaştınız? O zaman hangi modacı ve terziler ünlüydü?
YM-Zorlukla karşılaşmadım, haddimi biliyordum. Hangi apartmana girseniz 2-3 terzi vardı. En ünlüleri Mualla Özbek’ti. Lütfiye Arıbal, Enver Baki, Nedret Maksut’u da sayabilirim. Ben Güney Palas’da Enver Baki, Necmi Vardar, Madam Filyo, şapkacı Emilio ile birlikteydim. O zaman isminizi duyurmanız
o kadar kolay değildi. Şimdi öyle mi? Şöhret olmak çok kolay.

ŞD-Bugünkü gibi haksız rekabet var mıydı? Kırgınlık yaşadınız mı?
YM-Benimle çok uğraştılar.
"O Ermeni’dir, gitmeyin" diyenler bile oldu. Ermeni veya Musevi olmak farketmez ama beni olmadığım birşeyle suçladılar. Uzun süre sadece adımı kullandım. Tekrar edeyim, koyu bir Müslümanım.

‘Terziliğimle gurur duyarım’
ŞD-Yakın dostum olduğunuz için oruç tuttuğunuzu, perşembeleri alkol almadığınızı ve çevrenize çok yardım edip çocuk okuttuğunuzu bilirim. Neyse, biz röportajımıza gelelim. Sanat ve sosyete dünyasında ilk elbiseyi kime diktiniz? Kaç para aldınız?
YM-Daha önce de belirttim, Mine Mutlu’ya diktim. Tam hatırlamıyorum, galiba 1000 liraydı. Sosyetede ise o zamanların en büyük ismi Prof. Ekrem Şeref Egeli’nin kızına gelinlik diktim.

ŞD-Geçmişteki starlarla günümüzün starları arasında ne gibi farklar var?
YM-Behiye Aksoy, Gönül Yazar, Ajda Pekkan, Nebahat Çehre... Hepsiyle çalıştım. Seçil Heper ve Neşe Karaböcek hariç. Bir gecede
22 elbise verdiğimi biliyorum.
O zaman herkes çok güzel giyinirdi. Terbiyelilerdi. Bir yazar dostumuz, Mine Mutlu için köşesinde "Kaz gibi bağırıyorsun, şarkı okumak senin neyine" diye yazmıştı. Zavallı
Mine sesini bile çıkarmamıştı ki;
o zaman stardı. Şimdikiler öyle mi? Çoğunda dil bir karış.

ŞD-Sizin starınız kim? Geçmişte ve günümüzde?..
YM-Geçmişteki starlarım Behiye Aksoy, Gönül Yazar, Gönül Akkor, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Perihan Altındağ Sözeri, Ajda Pekkan. Onların her şeyi başkaydı. Star gibi yaşar, star gibi giyinirlerdi. Çok sevdiğim bir isimdir Sibel Can. Üstelik stardır. Bana kızmasın, bir programda etek-bluz ile Türk Sanat Müziği icra ederken gördüm. Olacak şey mi? Şok geçirdim. Eğer giyime göre değerlendirme yaparsak, star yok. Bir olay anlatayım size; Bir pazar, Gönül Yazar beni yemeğe davet etti. Elegant Mağazası’ndan çanta istemiş, biz otururken çanta geldi. Gönül Hanım’ın işlerini gören, ‘enişte’ dediğimiz yardımcısı kapıdan çantayı aldı. Gönül Yazar parayı verdi, enişte üstünü getirdi. Gönül Hanım çok kızdı ve "Günlerden pazar olmasına rağmen Gönül Yazar’ın evine sipariş getiriyorlar, siz pazarlık yaparak beni rezil ediyorsunuz" dedi. Bir başka gün de Gönül Hanım’a ruj lazım oldu. Türkiye’de yok, kıvranıyoruz. Gönül Hanım’a "Eşiniz yurtdışına sık gider, ondan istesenize" dedim. Bana şu cevabı verdi; "Gönül Yazar bu kadar ucuz mu? Kocası bile olsa ruj ister mi?" Doğruyu söylemek gerekirse, kendisine kırgın da olsam star, Gönül Yazar’dır. Onun gibisi gelmedi.
Bir de Behiye Aksoy. Bir elbise giydirdiğinizde hemen kusurunu görürdü. Hep saplı aynayla elbiseye baktı. Behiye Hanım 3-4 parçadan az sipariş vermezdi. Her siparişini aldığında da atölyede çalışanları ve beni kutlardı. Bir de Gönül Akkor insan gibi insandır. Artık sahne elbisesi dikemiyorum. Çünkü ne onlar beni beğeniyor, ne de ben onları. Emel Sayın, Ajda Pekkan, Gönül Yazar, Gönül Akkor, kendilerine dikiş diktiğinizde anlarlardı. Ben Süper Star’ı Olympia’da giydirme gururunu taşırdım. Ajda Pekkan’ın kusuru yok mu? Bazen kumaşı beğenir, modeli seçip kestirirdi. Sonra da "Ben vazgeçtim" diye telefon açardı. O kadar kumaş ziyan olmuş, umursamazdı. Ama çok da güzel elbise taşırdı. Her şeyin bir karşılığı var. Şimdi her gece ‘televole’lere çıkan, magazin dergilerinde
boy gösterenlerin çoğunu tanımıyorum ki onlara elbise dikeyim. Bir tek
Sibel Can var. Ona kendimi yakın hissediyorum.

ŞD-Benim hatırladığım kadarıyla size hâlâ borcu olan ünlüler var. Kimler bunlar? Nasıl bir tavır sergiliyorlar size karşı?
YM-Valla Şenay, alacağım olmayanları sayalım. Sibel Can çok dürüst, diğerlerini pek tanımıyorum. Ben artık isim söylemekten bıktım. Borcu olanlardan biriyle sokakta karşılaştık. 1995 yılıydı, caddeye attı kendini. "1980 senesinden
16 milyon borcum vardı. Sen istemedikçe borcumu ödemeyeceğim" dedi. Ertesi gün İrfan’dan çiçek yaptırdım, aynı rakamı ekleyip gönderdim. Aaa, hiç ses yok! Bir gün İrfan’a uğradım parasını vermek için. İrfan "Nükhet Duru’ya bir çiçek göndermiştin ya, gelip onu yaş çiçekle değiştirdi" dedi. Şaşırdım. Pişkinliğin bu kadarına pes. Ne diyeyim. Sağlık olsun.

ŞD-Niye artık sahne sanatçılarına elbise dikmiyorsunuz?
YM-Benim tarzım değil onlar. Benim çizgim düz, beğeneceklerini sanmam. Onların bize ulaşmaları da imkansız. Artık bizim atölyemizde büyük aileler giyiniyor. Eskiden benim atölyemde sanatçı gördüklerinde hayran olurlardı. Şimdi ise "Siz sanatçılara dikmiyorsunuz değil mi? Ne güzel" diyorlar.

ŞD-Sizden komik talepleri olan kimler var? Örneğin; 80 kiloluk bir kadın 38 beden elbise istedi mi hiç?
YM-İsmini vermeyeyim, bir alaturka solistimiz benden elbise istiyor. Puantiye, kat kat volanlı bir elbise... Bir de bana "Sen yap, beğenmezsen atarsın" diyor. Olacak şey değil. Bir de çoğu kadın
hep 38 beden giydiğini söyler nedense...

ŞD-Söylemediniz ama bu alaturka sanatçının kim olduğunu ben buldum; Muazzez Abacı. Neyse, biz röportajımızı sürdürelim. Çok defile yaptınız. Eski mankenlerle günümüz mankenleri arasındaki farklar ne? İş terbiyesi, yürüyüşleri?.. Bu arada, podyumlarda geçmiş ve günümüzün 5 yıldız ismini söyler misiniz?
YM-Eski mankenler mükemmeldi. Ama pek azında iş terbiyesi vardı. Kulis disiplinleri yoktu. Bugün disiplin var ama yürüyüş yok. Geçmişteki yıldız isimler; Hülya Yiğitalp, Funda Güngör, Merih Akalın, Sabahat Doğanyılmaz, Semra Tınaz’dı. Günümüzde ise Deniz Pulaş, Ebru Ürün, Buket Saygı, Sema Şimşek, Deniz Akkaya.

ŞD-Tahtınızı yıllardır asistanlığınızı yapan Barbaros Şansal’a bırakacağınızı biliyoruz. Peki Barbaros’da bu kapasite var mı?
YM-Herkeste olduğundan daha fazla var. Yetenek de. Barbaros’un tek kusuru var; İşe tam vermiyor kendini. Belki bana fazla güvendiğinden ya da benim her şeye el atmamdan. Tek başına kaldığı zaman biraz bocalar, sonra kurt gibi saldırır.
İyi bir geleceği var.

ŞD-Barbaros Şansal bir röportajında "Terzi yamağıyım" demişti. Tek başına bir defile düzenleyecek mi?
YM-Ben terziyim o da benim yamağım. Zaten dünyada modacı diye bir kavram yok. Dizaynır var, stilist var. Avrupa’da ise couturier. Beni Avrupa’da tanıtırken ‘couturier’ diyorlar. Ama Türkiye’de modacı demek, bence yanlış. Meslekleri küçümsediğimden değil. Medyada yer alan "Hülya Avşar ya da herhangi biri modacısıyla filanca yere gitti" haberleri saçma. Ben terziliğimle iftihar ediyorum. Ahmet Eraslan da Cengiz Abazoğlu da diğerleri de... Hepimiz terziyiz.

ŞD-Bu defilenizde Nefise olmayacak. Ondan istediğiniz performansı almadınız mı?
YM-Zaten ajansı getirdi bana. "Nefise bugüne kadar istediği yere gelemedi.
Bize yardımda bulunur musunuz?" dediler. "Defileye mi çıkarmamı istiyorsunuz" dedim. "Evet" dediler.
Çok zarif, çok terbiyeli bir kız. Üç elbise giydirdim. Vazifesini yaptı. "Manken değilim" dedi. Bizde yıldız olabilirdi
ama podyumda gözü yok. Olmadı.

ŞD-Türkiye’deki sosyetik isimlerden ve sanatçılardan bir kadro kursaydınız defilenize kimleri çıkarırdınız?
YM-Sema Şimşek, Buket Saygı bende var zaten. Türkiye’nin en güzel kadını Özlem Önal’ı çıkarırdım. Müthiş güzel bir fiziği var. Elif Germiyanlıgil, Şirin Yalçın... Her şeye rağmen Hülya Avşar’ı koymak isterdim. Çok farklı bir Hülya Avşar yaratabilirdim. Ferhunde Verdi, Belma Simavi, Yüksel Behlil de seçeceğim diğer isimler olurdu.

ŞD-Modacı olmasaydınız hangi işi yapmak isterdiniz?
YM-Muhakkak dekoratör olurdum.

‘Terziliğimle gurur duyarım’
ŞD-Bu zamana kadar yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey oldu mu? Ya da elbise dikmek isteyip de dikemediğiniz isimler?..
YM-Mesleğe ilk başladığımda belli bir zümreye hitap ediyordum. Şimdi yüreği güzel olan herkese... İsterse ölçüleri
100-80-100 olsun.

Sözün burasında, bizi sadece dinleyen sevgili Barbaros Şansal devreye giriyor.
BŞ-Artık çok profesyoneliz. Güzel kadını çuvala da dolasanız güzeldir. Yıldırım Bey dünya çapında modelleri giydirmiştir. Katyuşa gibi. Afrika’da dört tane cumhurbaşkanı eşini giydiriyor. Dünya artık Yıldırım Mayruk’u takip ediyor.
Birkaç solisti giydirmeyi hayal etmez.

ŞD-Deniz Akkaya ile bağları kopardınız mı? Yeniden defilenize çıkarmayı düşünür müsünüz?
YM-Ben hiç kimseyle bağları koparmam. Benim bu yaşıma kadar küs olduğum
3 isim vardır; Gönül Yazar, Yüksel Uzel, Mine Soley. İnsanların birbirine yardım etmesinden yanayım. Kimse de aksini iddia edemez. Bir televizyon programında bana Gönül Yazar hakkında soru sordular. Ben de "O benim dostum, konuşamam" dedim. Bir sonraki programda sesimi montajlamışlar,
hoş değil tabii. Gönül Yazar kendisine cevap hakkı doğduğunu söyleyerek
sözde beni yüceltmiş ama farkında
olarak da yerin dibine sokmuş. Yok efendim, ben evimde onun eşyalarıyla oturuyormuşum. Evet, Gönül Hanım’ın benim evimde bir büyük ayna ve komodini var. Ama bunun karşılığında ben kızım kadar sevdiğim Yasemin’e, yani Gönül Hanım’ın kızına, bir çamaşır makinesi hediye etim. Zaten Gönül Yazar ile artık barıştık. Ama affedemeyeceğim bir isim Yüksel Uzel’dir. Bana "Sen yaşlanmışsın, çenen düşmüş, dedikodu yapıyorsun" dedi. Bu büyük bir
hakaret, üstelik ben konuşmamıştım. Vergi borcunu ödeyememişti, alacaklarım konusunda sesimi çıkarmadım.
Daha sonra 5 milyon alacağımı istedim, kıyamet koptu. O zamanlar rahatsız olduğu için az çalışıyordu. Vermedi,
yine sesim çıkmadı. Ardından birkaç parça birşeyler yaptırdı. Üstelik
ondan sadece masrafları alıyordum.
12 milyon tutan borcunu sonunda isteyince kötü olduk.
Onu ve Mine Soley’i hayatta affetmem.

Bugünlük de bu kadar. Yarın sürpriz açıklamalarla buluşmak üzere, hoş kalın.

Yazara e-mail:




MAGAZİN














Yazarlar