17.02.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
ORKUN BULUT - ALTINCI DUYU
Sosyal medyanın değiştirdiği en büyük durumlardan biri, ikonları normalleştirmesi. Eskiden ulaşılmaz olan ünlüler tüm sıradanlığıyla sosyal medyada normalleştikçe, genç odalarının duvarlarını süsleyen posterler de tarih oldu. Sosyal medya keşfedilmemişken, o ikonların İngilizler için en büyüklerinden biri Richard Harris’in hayatını okumuştum geçtiğimiz yıl. Kral Arthur’u Londra’da sahneledikten sonra 60’ların Broadway’ine de oyunu taşıyabilecek bir performans göstermiş, Uzunbacaklı Edward’ı yine tiyatroda yıllarca efsaneleştirmiş; beyazperdede de bilinen ilk ‘Tarzan’, ‘Kızıl Çöl’ ve ‘Gladyatör’ gibi onlarca filmle adı ölümsüzleşmiş bir isim... Onun aykırı hayatındaki en önemli detay son yıllarını bir evde değil, Londra’daki klasik The Savoy’daki suitinde geçirmesiydi. Birleşik Krallık eski başbakanı Margaret Thatcher, Coco Chanel ve Omar Sharif, Harris gibi otelde yaşamayı tercih edilenlerin en bilinenleri. Bu çılgın İrlandalı’nın son yıllarını geçirdiği odanın konforundan, sosyalleştiği mekanlardan zevk aldığı tüm detayları iki gün boyunca eşimle deneme çılgınlığına giriştik!
Bu konuda en büyük yardımcım Harris’in bir dönem kahyalığını yapmış Francis’ten öğrendim.
Otelin yanındaki Savoy Tiyatrosu’nda oyun izlemesini, şehrin en ritüel çay saatine bir asansörle inmesi onun klasik bir oteli evi gibi hissetmesini sağlarmış. Önemli yemekler için en çok Westminster’daki 150 yıllık Simpson’s adlı mekanı tercih edermiş. Yeme-içme konusunda sonsuz alternatif olan Londra’da belki de en farklı hissi aldığım restorandı diyebilirim. Harris’in en sevdiği, menüdeki en eski lezzet olan 30 gün dinlendirilmiş klasik olarak masada servis edilen Aberdeen et rostosu muazzamdı.
Şeflikten otelcilik tarihini değiştirdi
Tabii Londra’da bir Türk olarak gezerken burada büyük başarılar yaşamış isimleri hâlâ duyabiliyorsunuz. Bizim medyada pek bilinmese de Swissotel Bosphorus’un genel müdürü Uğur Talayhan’ın Londra’da genç bir şef olarak çıktığı yolda, dünya otelcilik tarihini değiştirdiğini hâlâ anlatıyorlar. Gıyabında ‘medal eater’ olarak konuşulan Talayhan’ın şeflikten yiyecek- içecek müdürlüğü sonrasında da otel müdürü olacak hikayesi sektöre ilham vermiş adeta. Talayhan sonrasında, Avrupa’daki tüm otel şefleri yiyecek-içecek müdürlüğüne getirilip Chef&B iş tanımı ilk kez tanımlanmış.
Talayhan’ın, takım elbiseli Accor grubun lüks markalar bölge müdürlüğünün altında hâlâ o şef önlüğü tutkusu duruyor. Kendi otelinde de bunun önemini çok iyi hissettiriyor. Londra’da oluşturduğu bu etkisineyse “Bir gün tüm deneyimlerimle Londra’da Türk yemeklerinin de olduğu iddalı bir restoran açacağım” diyor. Talayhan’ın hayallerinin yanı sıra şu an şehirde Türkler’in kurduğu restoranlar en popülerlerden olmuş durumda. D.ream’in Amazonica’sı ve Rüya London, yer bulmanın en zor olduğu noktalar.
Londra sanat camiasında bir Türk
Londra’nın belki de tüm dünya şehirlerinden en iyi ayrıştığı durumsa üyeliklerle giriş yapılan kulüpleri. İstediğiniz kadar bütçeniz, gustonuz olsun sizin buralara üye dostlarınız yoksa girişiniz imkansız. Bu kulüplere üye olmak içinse Londra’daki sosyal hayatta tanınmanız ve yaptığınız işlerle temsiliyetiniz çok önemli. Bu temsiliyeti doğru şekilde yönetip Türk sanat dünyasını da Londra piyasasına sokma girişimleriyle önemli bir misyon üstlenen Zeynep Köseoğlu bizi gururlandıran Türklerden! Dışarıdan bir isme çok kapalı olan Londra’nın sanat camiasına kısa sürede yaptığı işleri buradan anlatmak az kalır. Evet; restorancılıkta başarılarımız önemli ama sanat dünyasının karar vericilerine etkisi olan birinin Türk olması Türkiye’deki sanat piyasası için de çok heyecan verici. Bu üyelikli kulüplerden benim de en beğendiğim 5 Hertford Street’ti. İçerisinde bulunan LouLou’s şu sıralar herkesin gitmek istediği en popüler yer. Tabii burada fotoğraf çektirip paylaşmanız yasak. Bu kuralı o kadar iyi uyguluyorlar ki, üye kitlenin içeride geçirdiği vakti de kıymetli kılıyor. Bizde Soho yola böyle çıkmıştı ama ne yazık ki üye profiline teslim olup bu tutumunu gevşetti diyebilirim.