Dünyanın en zor ama aynı zamanda en nankör mesleklerini sayın deseler, ilk üçe girmeye adaydır rehberlik...
Türkiye’deki iyi eğitim almış, genel kültürlü, en kötüsü bir üniversite mezunu, en az bir yabancı dili iyi bilen meslek gruplarını sayın deseler, cevap yine aynı.
Hakkında en çok şehir efsanesi yaratılan, en çok ön yargı ile yaklaşılan meslekler olsa konu, cevap yine aynı.
Kısaca bilinen ama tanınmayan bir meslek bu rehberlik. Bazılarına göre iş bile sayılmıyor zaten. Yediğin önünde yemediğin arkanda, her gün eğlence, her gün gezmece, güzel kadınlar, yakışıklı delikanlılar, beş yıldız oteller, üzerine bir de para veriyorlar bunları yapman için. “Daha ne ister ki bir insan bu dünyada?” demekteler.
Ama düşünmezler mesela, memlekete gittiklerinde “Yolculuk mahvetti” deyip, kaç gün kendilerine gelemediklerini. Rehberler kar, kış dinlemeden her gün yüzlerce kilometre yol yaparlar. En erken kalkan, en geç yatan onlardır. Yol boyunca otobüste, bırak misafirleri, o turu satan acente sahibinin bile hiç duymadığı yüzlerce farklı konudaki bilgiyi, her grup için o grubunun anlayacağı bir bilgi seviyesinde yeniden formüle edip anlatan, güzel ülkemin 81 vilayetine dağılmış, yüzlerce müze ve ören yerine nereden girilir-çıkılır, yürüyüş rotası nediri bilen, her biri birbirinden farklı kültür, gelir ve öğretim geçmişine sahip misafirleri aynı oranda mutlu etmesi, çıkan anlaşmazlıkları ise çözmesi beklenen kişilerdir o rehberler.
Ailelerini kimse sormaz mesela, sevdicekleri ne yapar onlar yokken? Çocukları anneleri ya da babalarını görmeden nasıl büyürler, kaç tane diş perisi, tiyatro gösterisi, ilk alınan karne, mezuniyet töreni kaçırılır? Evinden yüzlerce bazen binlerce kilometre uzakta Tanrı’nın bile unuttuğu bir noktada, çalan bir telefonla çocuğunun, hayat arkadaşının, annesi ya da babasının hastaneye kaldırıldığını öğrendiğinde ne hisseder?
Çok mu kazanırlar?
İzafidir bu sorunun cevabı esasında. Siz güzel ülkemde bir rehberin senede ortalama sadece 100 gün çalışabildiğini, bu sürede kazandığı yevmiyeyle de 12 ay yaşamak zorunda olduğunu, sağlık-emeklilik primleri ve dahi tüm ev, okul, kılık kıyafet masraflarını işte bu 100 günde kazandıkları parayla ödemek durumunda olduklarını unutmayın, o duyduğunuz şehir efsanelerine de pek inanmayın.
Türkiye’de rehberlik
Türkiye’de rehber olmak için üniversite mezunu olma şartı var. Bugün 52 üniversitede önlisans ya da lisans düzeyinde 90 yakın turist rehberliği programı var. Farklı disiplinlerde onlarca dersi tamamlayıp mezun olmak yetmiyor, ek olarak yabancı dil sınavından en az 75 almış ve uygulama gezisini de tamamlamış olmak gerek mesleğe kabul için. Kıssadan hisse, en kötüsü bile sağlam mürekkep yalamış durumda bizim rehberlerimizin.
“Rehberler için şartlar böyle ise acente açmak ne kadar zordur kimbilir” dediğinizi duyar gibiyim. Bence demeyin, bir seyahat acentesi açmak için sabıkanızın olmaması, bir şirket kurmanız ve istenilen maddi yükümlülükleri yerine getirmeniz yeterli. Kısaca ne diploma ne yabancı dil soran var ne de mesleğe kabul sınavı...
Tam da rehberler gününün kutlandığı bugünlerde, meslek birliğine kayıtlı Türkçe’nin yanı sıra
37 farklı dilde anlatım yapabilen, 11 bin 266 turist rehberimiz varken, rakip ülkeler bize gıpta ederken, bir grup acenteci sanki turizmimizin tek derdi bunlarmış gibi, rehberlik mesleğine kabuldeki yabancı dil şartının, bir kısım turlarda rehber bulundurma ve yevmiye olarak en az taban ücret ödeme zorunluluğunun kaldırılması için lobi amacıyla kapı kapı dolaşmaktalar.
Onlara inat, alın telefonu elinize hemen, arayın o Karadeniz gezisini unutulmaz kılan, Çanakkale Muharebeleri’ni sanki oradaymışsınız gibi hissettiren, bildiğiniz şehrinizi esasında tanımadığınızı fark etmenizi sağlayan rehberi ve “Rehberler Günün kutlu olsun!” deyin!
Bir sonraki rezervasyonunuzda da acentenize, “Otellerimiz hangileri?” diye sormadan önce “Rehberimiz kim?” diye sorun. O programı unutulmaz kılacak odanız değil; rehberiniz olacak çünkü...
Tüm turist rehberlerimizin Dünya Rehberler Günü kutlu olsun!