Cadde‘Chanel zamanı’nda bir kayboluş öyküsü

‘Chanel zamanı’nda bir kayboluş öyküsü

06.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Chanel Sonbahar/Kış 2013-2014 Haute Couture defilesine davet edildiğimde kalp atışlarım hızlandı. Chanel, beni olduğum zamandan kopararak olağanüstü bir yolculuğa çıkardı...

‘Chanel zamanı’nda bir kayboluş öyküsü

Shakespeare ne demiş: “Bütün dünya bir sahnedir; ve kadın erkek herkes birer oyuncu.” Moda dünyası söz konusu olduğunda ise oyunun kuralları değişiyor ve her defilesinde Grand Palais’in cam kubbesinin altında kendi evrenini yaratan Chanel, kadın erkek herkesi bir kez daha büyülüyor...
Tarih 2 Temmuz 2013 Saat 12.00. Yer Grand Palais. Üzerinde ‘Mademoiselle Buse Terim’ yazan davetiyemi her elime aldığımda kalp atışlarım hızlanıyor. Bu davetli olduğum 3’üncü Chanel defilesi ama biliyorum ki Grand Palais, Karl Lagerfeld’in hikâyelerini sergilediği bir oyun alanı ve içeri adım attığımızda kimi zaman rüzgâr tirbünlerinin ihtişamı bizi karşılıyor, kimi zaman ise bir uçakta buluyoruz kendimizi.

Yarın günlerden Chanel!
Paris’e defileden bir gün önce, 1 Temmuz’da uçuyorum. Otelime girip de odama adım attığımda beni ilk önce zarif, beyaz bir çiçek buketi karşılıyor. Chanel’in bu jesti ile yüzüme oturan gülümseme, odada karşılaştığım her sürprizde daha da büyüyor. İnsanın ağzının kulaklarına varması bu olsa gerek. Severek kullandığım Coco Mademoiselle serisinden incelikli bir paketin yanında, yarınki defile için Chanel ekibinin bana seçtiği kıyafetler bulunuyor. Markanın dünyaca ünlü isimleri giydirdiği showroom’undan bana özel seçilen Chanel küçük siyah ceket ve beyaz çiçekli siyah Chanel ayakkabılara bayılıyorum. İçimde bayram sabahını iple çeken bir küçük kızın heyecanıyla yatağıma yollanarak uyumaya çalışıyorum, yarın günlerden Chanel!

Siyah-beyazın asaleti
Defile günü sezonun en sevdiğim trendlerinden siyah-beyaza bürünüyorum, zaten bence Chanel’e de en çok siyah-beyazın asaleti yakışıyor. Grand Palais’nin önü kalabalık, gözüme ilk Anna Dello Russo ve tüvit Chanel takımı çarpıyor. Defilede 2 sıra önümde oturan Alexa Chung yine güzelliğiyle tüm bakışları üzerine topluyor ama yine de defile davetlilerinin stillerine baktığımızda herkesten rol çalan Chanel çantalar. Çocukluğumun en sevdiğim oyuncağı Lego’ya öykünen çantalardan şeffaf modellere hangisine bakacağımı şaşırırken yine Grand Palais’de izlemiş olduğum Chanel İkbahar/Yaz 2013 defilesinin en çok konuşulan parçalarından çember çantalardan birinin bana göz kırptığını fark ediyorum. Modanın podyumdan sokağa iniş aşamalarına tanık olmak gerçekten mükemmel bir his!

Metropolis gibi
Defile alanına girdiğimizde kendimizi görkemli bir tiyatro sahnesinin yıkıntıları arasında buluyoruz. Belki savaş sonrası dönemi, belki de dünyanın başına gelen korkunç bir felaketi metanetle karşılamış, bomba izlerine, yıkılmış merdivenlerine rağmen mağrur bir edayla bizi buyur eden tiyatro sahnesi atmosferi ve gölgeli ışıklandırmasıyla yönetmen Fritz Lang’ın Metropolis’ini anımsatıyor. Lang’ın izleri salonun her köşesine sinmiş; umutsuzluk bir hayali gelecek tasviri sahnenin arkasına yerleştirilmiş panoyla ilginç bir tezat oluşturuyor. Şangay’dan Dubai’ye dünyanın gökdelenler şehirlerinin mimari estetiğini bir görselde eriten bu panodaki gelecek mavi ve yapay.

80’lere saygı duruşu
İzlediğimiz koleksiyon da eski ile yeni arasındaki bu yolculuğun hayali bir birlikteliğini yansıtıyor. Köşeli şapkalara kalın, Star Trek’e öykünmüş kemerler eşlik ediyor. Üçüncü Boyut illüzyonları koleksiyon geneline hakim, bir Chanel alametifarikası olan tüvit, ve parlak kumaşlar fütüristik bir çizgiyle yan yana karşımıza çıkarak kafamızı karıştıyor ve yine Chanel zaman ve mekan algımızı yerle bir ederek bizi ‘Chanel zamanı’na hapsediyor.